18 Ağustos 2008 Pazartesi

Freud'un rüya analizi

Rüyaların analizi, bilinçaltını açığa çıkaran malzeme olması ve danışana çözümlenmemiş sorunlarına ait bazı alanlarda iç görü kazandırması nedeniyle önemli bir tekniktir. Uyku sırasında savunmalar en aza iner ve baskılanmış duygular kolayca su yüzüne çıkar 1 Bilinçaltı arzular, gereksinimler ve korkular kolayca açığa çıktığından Freud, rüyaları “ bilinçaltına giden Kraliyet Yolu ( Via Rega)” olarak adlandırmaktadır. Doğrudan açığa vurulduklarında ve ifade edildiklerinde hem danışan hem de başkaları tarafından kolaylıkla kabul edilemeyecek bazı istek ve arzular, dolaylı yollarla veya sembolik olarak rüyalarda ifade edilmektedir. Ayrıca rüya, yaratıcı bir eylemdir. Ortalama insanlar bile, uyanıkken hiç fark edemedikleri yaratıcı yönlerini rüyalarda görürü ve tanırlar. Freud’un ortaya çıkardığı gerçeklerden biride rüyada sansür olgusunun varlığıdır. Rüyalar yalnızca bilinçdışı güdülerin bilince çıkması biçiminde anlaşılmamalıdır. Rüyada beliren sansür, rüya’nın gerçek anlamını değiştirir. Sanki bir perde arkasında yer alan bu sansür olgusu, gizli düşüncelerin ancak yeterince örtülüp, maske taktıkları zaman bilincin sınırlarını geçmesine izin verir.
İçerik olarak rüyaların iki düzeyi vardır. Gizli içerik ve Açık içerik. Gizli içerik, sembolik olarak ifade edilen bilinçaltı dürtü, istek ve korkulardan oluşur. Çok acı verici ve tehlikeli olduğundan, gizli içeriği oluşturan bilinçaltı cinsel ve saldırgan güdüler, rüya gören kişi tarafından daha kabul edilebilir bir içeriğe dönüştürebilmektedir. Bir rüyanın gizli içeriğinin daha az tehlikeli ve açık içeriğe dönüştürülmesine rüya çalışması denilmektedir. Rüya çalışması öyle psikolojik bir süreçtir ki, psikolojide buna eş değer başka bir şey daha görülmemiştir. Kendisiyle iki ana doğrultuda ilgilenmemizi ister. İlk başta, yoğunlaşma ya da yer değiştirme gibi yeni bir türden süreçler bulup ortaya çıkardığı ölçüde. İkinci olarak da, o zamana dek etkinliği bilinçli algımız için gizli kalmış psişik yaşamımızdaki bir güç oyunu tahmin etmemize olanak verdiği ölçüde. Kendi içimizde sansür olduğunu, inceleme yapan bir kerte olduğunu, bu kertenin doğmakta olan bir tasarımlamanın bilince ulaşıp ulaşmayacağına karar verdiğini, bir hoşnutsuzluk doğurabilecek ya da uyandırabilecek her şeyi, gücü yettiğince
acımasızca geri iter. Yanılmalı edimlerin çözümlenmesinde, anıların yarattığı hoşnutsuzluktan kaçınma yolundaki bu eğilimin belirtileri kadar, psişik yaşamın eğimleri arasındaki çatışmalarla da karşılaşmıştık.
Rüya çalışmasının incelemesi, bize psikolojinin en tartışmalı sorunlarını kesip atabilecek bir psişik yaşam anlayışını yadsınmazcasına kabul ettiriyor. Rüya çalışması, bizce bilinen ve bilince bağlı olan psişik etkinlikten çok daha yaygın ve önemli bir bilinçdışı psişik aygıtı birbirinden aynı kerteler biçiminde eklemlememize olanak verdiği gibi, bilinçdışı psişik etkinlik süreçleri dizgesinde, bilinçte algılanandan bambaşka türden süreçler geliştiğini de gösterir. Rüya çalışmasının işlevi, uykuyu korumaktan başka bir şey değildir. “Rüya, uykunun bekçisidir”. Rüya düşünceleri son derece çeşitli psişik işlevlere hizmet edebilir. Rüya çalışması, bir rüya düşüncesinden doğan bir isteği bir sanrı sayesinde tamamlayarak işini bitirir.
Rüyaların ve yanılmalı edimlerin psikoloji açısından iç içe geçen yeniliklerin, başka olguların açıklanmasında kullanılabilir kılınması gerekir. Gerçekten de psikanaliz, işte bu normal olguların çözümlenmesi sayesinde elde edilen bir bilinç dışı psişik etkinliğin, sansürün ve geriye itmenin, oluşum ve çarpıtma yerine koyma varsayımlarının, bir dizi patolojik olguya ilişkin ilk bilgileri sağladığı, nevrotik psikolojinin tüm gizlerini açacak anahtarı avucumuza bıraktığını da göstermişti. Böylelikle, rüya tüm psikopatolojik işlevlerin normal dizimsel ekseni olup çıkar. Rüya’yı anlayan kişi, nevroz ve psikozların psişik düzenlendiğini de anlayabilir.

Herkes Rüya Görür mü?

Pek çok insan rüyalarını hatırlamasa da REM uykusuyla ilgili bulgular rüyalarını hatırlayanların hatırlamayanlar kadar çok olduğunu gösterir. Ömründe rüya görmediğini söyleyen insanları bir rüya araştırma laboratuarına koyar ve onları REM uykusundan uyandırırsanız rüyalarını diğer insanlarla hatırladıklarını görürsünüz. Birinin asla rüya görmem demesi rüyalarını hatırlayamıyorum demektir.
Araştırmacılar, rüya hatırlama farklılıklarını değerlendirmek için çeşitli varsayımlar ileri sürmüştür. Bir olasılık bazı insanların rüyaları hatırlama bakımından diğerlerine kıyasla daha büyük zorluklar yaşamalarıdır. Bir başka varsayım bazı insanların REM uykusunun ortaya yerinde görece uyandıklarını bu nedenle gördükleri rüyaları uyuyanlara kıyasla daha fazla hatırladıklarını öne sürerler. Rüyaları hatırlama konusunda genel olarak en fazla benimsenen model uyanırken olanların önemli bir etken olduklarını öne sürerler. Bu varsayıma göre uyanma dönemi rüyadan kısa bir süre sonra gerçekleşmezse rüyanın anısı pekişmez.

Rüyalar Ne kadar Sürer?

Bazı rüyalar neredeyse anlık olarak gerçekleşir. Saatçalar ve rüyamızda yangın çıktığını ve itfaiyenin siren çalarak yaklaştığını gördüğümüzü hatırlayarak uyanırız. Hala çalmakta olan saatin rüyaya neden olduğunu var sayarız. Ancak araştırmalar, çalar saatin ve diğer seslerin sadece önceki anı ve rüyalardan sahneye yerleştiği izlenimini verir. Uyanıkken yaşadığımız buna benzer bir deneyim, tek bir ip ucunun anlatılması uzun bir zaman alan zengin bir anıyı çağrıştırmasıdır. Tipik bir rüyanın süresi, deneklerin uyandırıp görmüş oldukları rüyayı anlatmalarının istendiği REM çalışmalrından çıkartılabilir. Rüyalarını anlattıklarını süre hemen hemen REM süresiyle aynıdır.

İnsanlarda Rüyada Olduklarını Bilirler mi?

Şaşırtıcıda olsa bu soruya verilen yanıt, “zaman zaman evet” olacaktır. İnsanlara rüya görmekte olduklarını fark etmeleri öğretebilir ve farkındalıkları rüyanın kendi akışına karışmaz. Örneğin, denekleri rüya görmekte oldukları fark ettiklerinde bir düğmeye basmaları öğretilmiştir. Bazı insanlar “bilinçli rüya” görürler. Bu rüyalardaki olaylar öylesine normal görünür ki rüya görenler uyanık ve bilinçli olduklarını sanırlar.

Bilinçli rüya görenler uyanık mı yoksa uykuda mı olduklarını belirlemek belirlemek için çeşitli deneyler yaptıklarını bildirmişlerdir. Hollandalı bir hekim, van Eeden(1913) olayların normal bir şekilde gerçekleşmediğini kanıtlamak için bilinçli bir rüyanın içinde eylemler başlattığını bildiren ilk kişilerden bildirir. Brown (1936), daha sonraki yazısında, sıçrayıp asılı kaldığı asılı kaldığı standart bir deney anlattı. Gerek Brown gerekse de van Eeden, bir rüya sırasında “sahte uyanma” olduğunu bildirmişlerdir. Örneğin. Brown rüyalarından birinde olaylar üzerindeki denetiminin bir göstergesi olarak, rüya görürken bir taksi çağırdığını keşfeder. Taksi şoförüne, verecek bozukluluğu olup olmadığını saptamak için cebini yoklar ve uyandığını düşünür. Sonra yatağın içinde dağılmış bozuk paraları görür. Bu noktada Brown, gerçekten uyanmış ve kendisini değişik bir durumda uzanırken bulmuştur ve doğal olarak ortada bozuk para yoktur.
İnsanlar Rüyaların İçeriğini Denetleyebilir mi?
Psikologlar, denekler uyku öncesi dönemde telkinde bulunarak ve bundan sonra görülen rüyaların içeriğini çözümleyerek rüya içeriği üzerinde belli oranda bir denetimin mümkün olduğunu göstermiştir. Dikkatle tasarlanmış bir rüya, rüya öncesi dolaylı telkin çalışmasında araştırmacılar, uyku öncesinde kırmızı camlı gözlük takmanın etkisini sınamışlardır. Her ne kadar gerçek bir telkinde bulunulmamış ve denekler deneyin amacını anlamamış olsalar da deneklerin çoğu rüya dünyalarının hafifçe renklendiğini belirtmişlerdir(Roffwarg, Herman, Bowe-Anders, Taubers,1978). Rüya öncesi açık telkinin etkisi üzerine yapılan bir çalışmada deneklerden kendilerinde olmasını istedikleri kişilik özellikleri hakkında rüya görmeye çalışmaları istenmiştir. Deneklerin çoğu, istenen kişilik özelliğinin fark edilebileceği en az bir rüya görmüşlerdir.
Rüya içeriğini etkilemenin bakla bir yolu da hipnoz sonrası telkindir. Bu yöntemin kullanıldığı geniş çaplı bir çalışmada, ayrıntılı rüya anlatıları oldukça duyarlı hipnotik deneklere telkin edilmiştir. Telkin sonrasında denek, REM uykusundan uyandırılıncaya dek uyumuştur. Ortaya çıkan rüyalardan bazıları, telkinin özgül değerlerin çoğunu içermeyen tematik yönlerini, başka rüyalar ise telkinin özgül öğelerini yansıtmıştır.

Rüyaların Yorumu

Psikanaliz kuramının gelişiminde em önemli aşama, histeri belirtileri üzerinde yaptığı çalışmalardan edindiği izlenimler ve özellikle bilinçdışı kavramının belirlenmeye başlaması sonucu, Freud’un dikkatini kendi kişiliğini çözümlemeye yoğunlaştırması olmuştur. O günlerde Freud bir dostuna şöyle yazmıştı: “Kendi kişiliğimi çözümleme şu anda elimdeki en önemli çalışma aracı ve bu süreci tamamladığımda benim için çok büyük değeri olacak.” Kendi iç dünyasına inebilmek için kullandığı başlıca veri ise rüyalar olmuştu.
Freud, serbest çağrışım uygulamalarında hastaların sıklıkla rüyalarından söz ettiklerini, üstelik bu rüyaların çoğu kez o anda çağrışım yapılan konularla ilintili olduğunu gözlemeye başlamıştı. Giderek rüyaların belirli bir anlam taşıdığını, ancak bu anlamın genellikle maskelenmiş bir biçimde görüntülendiğini fark etti. Üstelik rüya parçacıkları üzerinde serbest çağrışım yapmaları istendiğinde, hastalar uyanıkken yaşadıkları olayları anlatırken çağrıştırmadıkları birçok bastırılmış anı ve duyguyu dile getirebiliyorlardı. Yukarıda da belirtilen gibi Freud bu konuya açıklık getirebilmek için kendi rüyalarını çözümleme çabasına girişmişti. Gerçektende “rüyaların yorumu” adlı kitabında verilen örneklerin çoğu Freud’un kendi rüyalarıydı. Bu çalışmaların sonunda Freud rüyaları bilinç dışında gizlenen isteklerin bilinç düzeyinde anlatımı olarak tanımladı.
Bu tanıma göre rüyalar, bilinç dışı süreçlerin normal bir anlatımı olarak nitelendiriliyordu. Freud normal sayılan insanların rüya içeriğini, psikotik hastalarda bilinç düzeyinde gözlenen normal dışı duygu ve düşünce süreçlerine çok benzediğini fark etmişti. Bu benzerliği, rüya imgelerinin, bilinç dışındaki istek ve düşüncelerin simgeleştirme sürecinde yada diğer saptırıcı işlemlerden geçmiş biçimlere olarak açıklamıştır. Freud’a göre bu, zihnin bilinç dışı bölümü ile bilinç öncesi düzeyi arasındaki sınırın korunması için gerekli bir sansür mekanizmasıdır. Bu mekanizma bilinç dışındaki isteklerin bilinç düzeyine çıkmasına engel olur. Uyku süresinde bu sansür gevşer ve bilinç dışındaki bazı duygu ve düşüncelerin, biçim değiştirdikten sonra bu sınırı aşmasına olanak verir. Rüya gören kişin algıladığı imgeler, sınırı aşmış olan düşüncelerin maskelenmiş biçimleridir.
Freud, bu sansür mekanizmasının ego’nun savunma etkinliklerinden biri olduğu görüşündeydi. Ona göre, uyku süresince bilinçdışı etkinlikler kişiyi uyandırabilecek oranda yoğunlaşır. Sansür mekanizması sayesinde kişi uykusunu sürdürebilir.
Freud, çeşitli uyaranların rüyaları başlatabileceğini inanmıştı. Günümüzde ise rüyaların merkezi sinir sistemi bağımsız bir işlevi olduğu ve uyku süresinde belirli aralıklarla ortaya çıktığı kabul edilir. Freud’un uykuyu başlattığını sandığı çevresel ya da bedensel uyaranların da gerçekte uykuyu başlatmadığı, ancak rüyanın içeriğini yetişerek rüya konularını etkilediği sanılmaktadır.
Buna göre ağrı. Açlık susuzluk ve idrar kesesini dolması gibi uyaranlar yalnızca rüya içeriğinin şekillenmesinde etken olabilirler. Çocukluğun ilk dönemlerinde görülen rüyalarda istekler oldukları gibi canlandırabildikleri halde. Daha sonraki dönemlerde istekler bilinçdışında tutulduklarından, rüyalara ancak maskelenmiş bir biçimde yansırlar. Bu nedenle yetişkin bir insanın rüyasının görünür içeriğine bakarak o rüyanın “ gizil içeriğini” anlayabilmek oldukça güçtür.
Bir rüyanın gizil içeriği çeşitli mekanizmalarla “görünür içeriğe” dönüştürülür. Bu mekanizmaların başlıcaları simgeleştirme, daraltma, yön değiştirme, yansıtmadır.

Simgeleştirme: Bu mekanizmaya da beden bölgeleri ve işlevleri, aile üyeleri, doğum, ölüm, gibi çeşitli nesneler ve kavramlar rüya içeriğinde doğrudan değil, bazı simgelerle dolaylı olarak anlatım bulurlar. Örneğin, para dışkıyı, pencereler ise kadın cinsel organını temsil eder.
Yön değiştirme: Bu mekanizmayla ruhsal enerji, rüyanın gizil içeriğinden görünür içeriğine, yani simgelere aktarılır. Simgeler oldukça zararsız görünümlü olduklarında rüyadaki sansür mekanizmasından etkilenmezler. Böylece gizli içeriğe ait ruhsal enerjide sansür sınırını geçmekte güçlük çekmez. Örneğin rüya gören kişi, annesinin yerine tanımadığı bir kadının imgesini görebilir. Dolayısı ile anneye ilişkin ruhsal enerji bu yabancı kadın imgesine aktarılır.
Daraltma: Bu mekanizmayla bilinçdışındaki türlü istekler ve dürtüler birleştirilerek, görünür rüya içeriğindeki tek bir imgeye bağlanır. Örneğin, bir çocuk rüyasında korkunç ve saldırgan bir yaratık görmekteyse, bu yaratık yalnızca babasını simgelemekte sınırlanmayabilir, annesinin bazı yönlerini hatta çocuğun kendi düşmanca dürtülerini de yansıtıyor.
Yansıtma: Bu mekanizmadaki kişi aslında kendi bilinçdışından kaynaklanan, ancak kabul edilir nitelikte olmayan istek ya da dürtüleri, rüyasında başka kişiden kendisine yöneltiliyormuşçasına görür. Çoğu kez bu kişi aslında kendi dürtülerini yöneltmek istediği kişidir.

Rüya Kuramları ve İşlevi

Rüyanın mümkün olduğunca fazla özelliği, belirli bir bakış açısında açıklamaya çalışan ve aynı zamanda rüyanın, daha kapsamlı bir görünüm sahasındaki konumunu belirleyen bir rüya tanımı, rüya teorisi olarak adlandırılır. Münferit rüya teorileri arasındaki fark şudur ki, rüyanın şu ya da bu özelliğini ana özellik olarak kabul ederler.

Rüyanın bir işlevi, yani yararı ya da başka bir etkisi, mutlaka teoriden çıkarılacak diye bir şey yok. Ancak gelişmelerin daha en baştan amaçlı olduğunu kabul eden görüşe alışkın olan beklentiler, rüyanın bir işlevini tespit eden teorilere daha sıcak yaklaşacaklardır.
Eksiksizlik bir krater olarak görülmezse, rüya teorileriyle ilgili gevşek sıralı bir grup oluşturmak mümkündür. Buradaki teoriler rüyadaki psişik faaliyetin boyutuna ve türüne ilişkin görüşleri açısından farklılık arz eder;

1) Uyanık olma durumu psişik faaliyeti, rüyada eksiksiz olarak devam ettiren teoriler. Örneğin Delboeuf’ un teorisi gibi. Burada ruh olmaz. Mekanizması devrededir. Ancak uyanık olma durumundan farklı olan, uyku durumunun koşullarına tabidir. Dolayısıyla normal olarak çalıştığında, uyanık olma durumuna kıyasla farklı neticeler elde sunar. Bu teorilerle ilgili soru şudur; Rüya ile uyanık olma durumu arasındaki farkların tümü, uyku durumunun çerçevesinde izah edilebiliyorlar mı?
2) Rüya konusundaki psişik faaliyetin azaltılması, bağlamların gevşemesi ve kaliteli malzemenin azalmasını esas alanların teoriler. Uyku ruhu fazlasıyla aşar. Sadece ruhun dış dünyaya kapatılmasından ibaret değildir. Psikiyatrik malzemeyle kıyaslamak gerekirse, ilk gruptaki teoriler, rüyayı bir paranoya olarak algılarlar. İkinci gruptakiler ise, onu deliliğin ya da şaşkınlığın numunesi durumuna sokarlar.

Rüyayı noksan, kısmi bir uyanıklık olarak gören anlayış, en ayrıntılı şekilde Maury ile ifade bulmaktadır. Buradan edinilen izlenime göre, uyanık olmanın ya da uyumanın, anatomik bölgelenin ve belirli bir psişik işlevin ilintili olduklarını kabul edilir. Ancak burada ima edilmek istenen husus yalnızca şudur ki kısmi uyanıklığa ilişkin teorinin ayrıntılı yapısına dair çok fazla tartışılması gereken konular karşımıza çıkmaktadır.
Kısmi uyanıklık teorisi konusunda Burdach’ın görüşler; “Rüyanın kısmi bir uyanıklık hali olduğu ileri sürülürse, bu şekilde ne uyanıklık ne de uyuma hadisesi ciddi olarak aydınlatılmış olmaz. Ayrıca ruhun bazı güçlerinin rüya esnasında faal oldukları, bazılarının ise dinlendikleri söylenmiştir.

Rüyayı bedensel bir hadise olarak algılayan egemen rüya teorisine, rüya ile alakalı oldukça görüş dayanmaktadır. Bu konudaki görüşlerini dile getiren Robert, rüyanın bir işlevi, işe yarayan bir başarısını gösterdiği için, çarpıcı bir etkiye sahiptir. Robert mutlak doğru olarak, şu iddia’da bulunur; Hiçbir zaman düşünceler vasıtasıyla sonuna kadar işlenmiş olan konular, rüya kaynakları haline gelmezler. Rüyanın kaynakları daima, bitmemiş bir biçimde aklımızda kalan ya da ruhumuzu teğet geçen hususlardır.

3) Üçüncü bir grupta bir araya getirdiğimiz rüya teorileri, rüya gören ruha özel psişik performanslara ilişkin yetenek ve eğilimleri atffederler, ki bu yetenek eğilimleri, uyanık durumdayken ya hiç başaramaz ya da sadece noksan bir şekilde başarabilir. Söz konusu yeteneklerin var olduğu tespitiyle, rüyanın genelde yararlı olan bir işlevi ortay çıkar. Rüyanın, yaşlıca psikolog yazarların nazarındaki değeri, çoğunlukla bu gruba girer.
Bu doğrultuda rüya, “Ruhun doğal faaliyetidir. Bu faaliyet, bireyselliğin gücüyle sınırlanmaz, öz bilinç tarafından rahatsız edilmez ve öz belirlemenin gösterdiği istikamete yönelmez. Tersine, duyusal odakların, serbest oyunlar şeklinde dışa vuran canlılığını temsil eder.
Rüyanın dinlendirici ve iyileştirici faaliyetini, Purkinje, daha güçlü bir şekilde dile getirir: “ Özellikle üretken rüyalar bu işlevi yerine getiriler. Bunlar hayal gücünün gevşek oyunlarıdır ve bunların günlük hadislerle bağlantıları yoktur. Ruh uyanık durumdaki hayatın gerilimleri devam ettirmek istemez, tersine onları ortadan kaldırmaya çalışır, onlardan kaynaklanan yorgunlukları üzerinden atmayı dener. Önce, uyanık olan durumunun karşırı olan durumları meydana getirir. Üzüntüyü neşeyle, dertleri umutlar ve keyif verici, aklı dağıtıcı tablolarla iyileştirir. Nefreti sevgiyle ve dostlukla, korkuyu cesaret ve inançla sağlatır, kuşkuyu kanaat ve sarsılmaz bir imanla, beyhude beklentileri, yerine getirilmesi ile telafi eder.
Rüyayı ancak uyku durumunda serbest olarak ortaya çıkabilen özel bir ruh faaliyetinden hareketle açıklamaya ilişkin görüşleri olan Scherner, yeteneklerini kısıtlanmaksızın rüya yaşantısına taşınması konusunda rüyayı imkan tanımaz. Kendi ifadesiyle “Ben” kavramının merkezciliği ve spontane enerjisi, asabiyetten arındırılır. Merkezcilikten uzaklaşma sonucunda, idrak, hissetme, arzu etme, ve tahayyül etme olayları değişime uğrarlar ve bu nedenle sözü edilen ruhsal yetiler artıkları birer ruhsal özellik olmayıp, sadece birer mekanizma olarak görünürler. Bunun yerine rüyada, ruhun hayal gücü olarak faaliyeti her türlü sağduyu egemenliğinden kurtulmuş ve böylece katı kıstaslardan azat edilmiş olarak sınırsız hakimiyeti ele geçirir. Gerçi son yapı taşlarını uyanık olma durumunun hafızasını temin eder, ama bunlardan bir takım binalar meydana getiri ki, bunlar uyanık olma durumunun oluşumlarından çok çok farklıdır. Scherner’in rüyadaki sembolleştirici hayal gücü faaliyeti ile ilintili, yararlı bir işlev söz konusu değildir. Ruh kendisine sunulan uyarımlarla, düşlere dalarak oynamaktadır. Bu oyunu uslu bir şekilde sürdürmediği izlenimine kapılmak mümkün. Ancak bize de bir soru yöneltilebilir. Rüyaya ilişkin, Scherner teorisiyle ayrıntılı bir biçimde meşgul olmamızla herhangi fayda etmediğimiz sorulabilir.
Zira bu teorini keyfiliği ve her türlü bilimsellikten bağımsız oluşum fazlasıyla dikkat çeker. Bu durumda Scherner’in öğretisini gözden geçirmeden önce fazla ukala diyerek reddetmek veto edilmesi gereken bir davranış olur. Söz konusu öğretinin baz aldığı izlenim bir kişnin kendi rüyalarından edinilmiş olduğu izlenimdir. Bu kişi rüyaları fazlasıyla dikkate almış ve görünüşe göre karanlık ruhsal konuları izlemeye yönelik kişisel bir yetenek sergilemiştir.

Rüya ile Zihinsel Hastalar Arasındaki Bağlantı

Rüyanın ruhsal hastalıklarla bağlantısından söz eden kişi üç şeyden birini kastediyor demeketir:
1) Kökensel ve klinik ilişkiler, örneğin bir psikoz durumunu temsil ediyorsa, bu duruma hazırlıyorsa ya da bu durumdan sonra ortaya çıkıyorsa
2) Ruhsal hastalık durumunda rüya yaşantısının uğradığı değişimler
3) Rüya ve psikozlarla arasındaki ilişkiler yapısal akrabalılara işaret eden paralellikler.

Her iki olgu dizesi arsındaki çeşitli ilişkiler, tıbbın günümüzde yeniden hekim yazarlarının favori konusu olmuştur. Spitta, Radestock, Maury ve Tissie tarafınca konuyla ilgili olarak bir araya getirilmiş olan literatür, bize bunu öğretir. Daha yakın geçmişte, Sante de Sanctis dikkatini bu bağlamda yöneltmiştir. Sante de sanctics paranoya konusunda benzer gözlemler sunar ve rüyayı münferit psikoz vakalarıyla alakalı olarak, “ çılgınlığın gerçek oluşum sebebi” ilan eder. Psikoz, çılgın fikri içeren etkin rüya vasıtasıyla, bir çırpıda hayatı dahil olabilir ya da hala kuşkularla mücadele etmek zorunda kalan bir dizi rüya vasıtasıyla yavaşça gelişebilir.
Söz konusu eşitliğin ileri sürülmesi mümkün kılan münferit örtüşmeleri Spitta, şu şekilde sıralar;
1) Öz bilincinin ortadan kaldırılması ya da en azından geciktirilmesi ve bu doğrultuda durumun fark edilmemesi yani şaşırma olasılığının ortadan kalkması ahlaki bilinç eksikliği
2) Duyusal organlarını algılarının değişmesi rüyada düşürülmüş ve delilikte genelde fazlasıyla arttırılmış bir algılama
3) Tahayyüllerin kendi aralarında sadece çağrışım ve tekaralama yasalarının uygunluk sağlayacak şekilde birleşmeleri. Yani dizi oluşumu bu ne tahayyülleri arasındaki ilişkilerin orantılı olmaması.
4) Kişiliğin ve kimi zaman karekter özelliğinin değişmesi ya da ters yüz edilmesi.


Radestock, bir takım başka özellikler, malzeme ile alakalı parelellikler ekler : “ Görme, İşitme ve genel hissediş alanı halüsinasyon ve ilizyonların en sık olduğu alanlardır. Rüyada olduğu gibi koku ve tat alma duyusu belirler. Ateşli hasta havake sırasında tıpkı rüya gören kişide söz konusu olduğu gibi çok eskim zamanlardan anılar görür. Uyanık durumundaki ve sağlıklı olan kişinin unutmuş olduğu konuları uyuyan ve hasta kişiler hatırlarlar” Rüya ve psikoz arasındaki paralelliğe asıl değerini veren husus şudur ki, söz konusu paralellik tıpkı bir aile benzerliği gibi ince mimiklere ve münferit özelliklere kadar yansımaktadır.
Bedensel ve ruhsal hastalıkların pençesinde kıvranan kişiye, gerçekliğin veremediğini rüya verir: İyilik ve mutluluk. Bu şekilde ruh hastasında da, mutluluk, yücelik, üstünlük ve zenginlikle alakalı tablolar ön plana çıkarlar. Malların sözde mülkiyete ve geri çevrildikleri ya da yok edildikleri için çılgınlığın psişik sebebini teşkil etmiş olan arzuların hayal dünyasında gerçeklemesi. Bunlar çoğunlukla deliliğin asıl kısmını oluştururlar. Kıymetli çocuğunu kaybetmiş olan kadın annelik mutluluğunu dair bir delilik içindedir. Varlıksal kayıplara uğramış olanlar kendilerini olağan üstü zengin sanırlar. Aldatılmış olan kız içten bir sevgiyle kuşatıldığını düşünür. Rüya ile ruhsal hastalık arasında mevcut olan ve karakteristik ayrıntılara kadar uzanan örtüşmeyi, inkar etmek mümkün değildir. Bu örtüşmeye aynı zamanda, rüya yaşantısına ilişkin olup, rüyayı işe yaramaz ve rahatsız edici bir olay, aşağı düzeyli bir ruh faaliyet ifadesi olarak gören tıbbi teorinin, en güçlü destekleri arasındadır. Zira söz konusu bozukluklara ilişkin idrakimizin, ne kadar tatmin edilicilikten uzak bir durumda olduğu genel olarak malumdur. Böylece diyebiliriz ki rüyanın gizemini aydınlatmaya çalışmak suretiyle psikozları da açıklamış olur.

Rüya Yorumu Yöntemi

Bir rüyayı yorumlamak demek, onun anlamını vermek, rüyanın yerine eşit ağırlıklı ve tam değerli bir halka olarak ruhsal faaliyetimizin zincirine oturan bir şey koymaktadır. Ancak gördüğümüz üzere rüya konusundaki bilimsel teoriler, rüya yorumu konusuna yer ayırmazlar. Zira rüya, onlara göre bir ruhsal edim değildir. Somatik bir süreçtir. Bu süreç işaretler vasıtasıyla ruhsal düzenekteki varlığını duyurmaktadır. Konunun uzmanı olmayanların kanaati, her zaman farklı olmuştur. Söz konusu kanaat, istikrarsız davranma konusundaki hakkını kullanmıştır. Rüyanın anlaşılmaz ve saçma olduğunu kabul etmiş olsa da, rüyanın hiçbir zaman anlamı olmadığına karar verememiştir. Karanlıkta kalan bir sezgi tarafından yönlendirilerek, her şeye rağmen rüyanın gizli de olsa bir anlamı olduğunu tahmin etmektedir. Rüyayı bir başka düşünsel sürecin telafisini olarak görmektedir. Önemli olan, bu telafi işlevini doğru biçimde aydınlığa kavuşturmak ve böylece rüyanın gizli anlamına ulaşmaktadır.

Bu nedenle konunun uzmanı olmayanlar eskiden beri rüyayı “yorumlaya” çalışmaktadır. Bu arada yapı itibariyle farklılık arz eden, iki yöntem kullanılmıştır. Söz konusu işlemlerden birincisi; Rüya içeriğini bir bütün olarak inceler ve bunun yerine başka, anlaşılır paralel bir içerik koymaya çalışır. Bu, sembolik rüya yorumudur. Tabii bu görüş sadece anlaşılmaz olmakla kalmayıp aynı zamanda karışık görünen rüyalar nedeniyle, daha en baştan başarısız olur. Bu görüşe bir örnek, mesela İncil’deki Yusuf’un, Firavunun rüyasına uygun gördüğü yorumdur. Yedi tane şişman inek ve bunlardan sonra gelen yedi tane zayıf inek, ki bunlar ilk inekleri yerler; işte bu, sembolik bir anlatımdır. Mısır ülkesinde baş gösterecek olan yedi yıllık kıtlık süresinin önceden bildirilmesidir.
Rüya yorumu yöntemlerinin diğeri, yani popüler olanı, bu tür taleplerden uzak durmaktadır. Bu yönteme “şifre” yöntemi demek mümkündür, zira rüyayı bir tür gizli yazı olarak ele alır. Burada her işaret, sabit bir anahtara göre, malüm anlamlı başka bir işarete tercüme edilir. Örneğin rüyamda bir mektup, ayrıca bir cenaze merasimi vb. şeyler gördüğümüzü düşünelim. “Rüya tabirleri” kitabına baktığımda, mektubun keyifsizlik ve cenaze merasiminin nişanlanma şeklinde yorumlandığını görürüm. Deşifre edilen başlıklardan bir bağlam oluşturmak şimdi bizim kendi görevimizdir. Bu bağlamı da tabi ki, geleceğe atfedeceğiz. Söz konusu şifre yöntemi ilginç bir şekilde değişime uğradığında, bu yöntemin salt mekanik tercüme nitelikli yapısı biraz düzelecektir. Bu değişim, Daldis’li Artemidorus’un rüya yorumlarına ilişkin yazısında yer alır. Burada sadece rüya içeriği değil, rüyayı gören kişinin şahsiyeti ve yaşamsal koşulları da hesaba katılır. Böylece aynı rüya unsurunun zengin, evli, hatip gibi insanlar için büründüğü anlam, fakir, bekar, tüccar gibi insanlar için büründüğü anlam farklı olur. Bu yöntemim esası şudur ki, yorumlama çalışması rüyanın bütününü ele almaz.
Konunun bilimsel olarak ele alınabilmesi açısından, her iki popüler rüya yorumlama işleminin de işe yaramaz birer yöntem olduğu fikri, bir an için dahi olsa, tartışma götürmez bir fikirdir. Sembolik yöntem sınırlı şekilde uygulanabiliyor ve genel geçer bir açıklama sunamıyor. Şifre yönteminde ise, “anahtarın”, yani rüya tabiri kitabının güvenilir olması, tek belirleyici etkendir. Bu konuda da, herhangi bir garanti verilemiyor. İnsanın aklına filozoflara ve psikiyatrlara hak vermek ve onlarla birlikte rüya yorumları problemini hayali bir görev sıfatıyla iptal etmek geliyor.
Psikanaliz çalışmaları esnasında fark ettim ki, düşünen bir adamın psişik durumu, kendi psişik süreçlerini gözlemleyen adamın durumundan çok farklıdır. Düşünürken, en dikkatli öz gözleme kıyasla, fazladan bir psişik edim gündeme gelir. Bunu, öz gözlem içinde bulunan kişinin sakin mimikleri ile karşılaştırdığımızda, düşünmekte olan kişinin gergin yüz ifadesi ve kırış kırıl olmuş olan alnı da açığa vururlar. Her iki durumda da yoğunlaşma gereklidir; ancak düşünen kişi ayrıca bir eleştiride bulunur. Bunun sonuncunda, içinde oluşan fikirlerin bazılarını, onları algıladıktan sonra eler. Yine bazılarını ise, kıs keser. Öyle ki, bunların açacak olduğu fikirsel yolları takip etmez. Birde öyle fikirler vardır ki, bunları bilinçsiz olarak, yani onları algılamadan önce bastırır.

Oysa öz gözlemci, eleştirileri bastırmak için çaba sarf eder. Bunu başardığı takdirde, başka zaman idrak edilmesi mümkün olmayan, bir sürü fikrin bilincine varır. Öz algılama açısından yeni kazanılmış bu malzeme sayesinde, patolojik fikirlerle rüya oluşumlarının yorumlanması olanağına kavuşuruz. Görülebildiği üzere, burada söz konusu olan, psişik bir durumun meydana getirilmesidir. Bu durum, uykuya dalma hadisesinden önce var olan durumla ( ve ayrıca kesinlikle hipnotik durumla), psişik enerjinin ( yani hareket halindeki konsantrasyonun) dağılımı bakımından belirli bir paralellik içindedir. Uykuya dalma esnasında, tahayyüllerimize etki etmesine izin verdiğimiz, ihtiyari ( ve kesinlikle eleştirisel) bir faaliyetin zayıflaması sonucunda, “arzu edilmeyen tahayyüller” ortaya çıkar. Sözü edilen zayıflamanın sebebi olarak, “yorulma” belirtilmektedir. Ortaya çıkan arzu edilmeyen tahayyüller, görsel ve işitsel tablolara dönüşürler. Rüyaların ve patolojik fikirlerin analizi için başvurulan durumda anılan faaliyetten kasıtlı ve ihtiyarı olarak kaçınılır ve tasarruf edilmiş olan psişik enerji ( ya da enerjinin bir kısmı), şimdi ortaya çıkmakta olan arzu edilmeyen fikirlerin dikkatle izlenmesi için kullanılır. Bu fikirler, birer tahayyül olma özelliklerini muhafaza ederler ( uykuya dalma hadisesi ile karşılaştırıldığında, bulacağımız fark bu olacaktır). Böylece “ arzu edilmeyen” tahayyüller, “ arzu edilen” tahayyüllere dönüştürülmüş olurlar.

Tipik Rüyalar

Genelde başka birinin rüyasını-eğer bu kişi rüya içeriğinin arkasında yatan bilinç dışı fikirleri aktarmak istemiyorsa-yorumlanacak durumda değildir. Bu nedenle rüya yorumuna ilişkin yöntemin pratiğe uygulanma özelliği, fazlasıyla kısıtlanmaktadır. Münferit kişiler, sahip oldukları özgürlük doğrultusunda, rüya dünyalarını bireysel özelliklerine göre şekillendirirler. Ve böylece başka insanların idraklerine kaparırlar.
Dolayısıyla rüya yorumlama tekniğini bu tipik rüyalar uygularken, çok özel beklentilerle işe başlanır. Ayrıca kişisel becerilerin bir işe yaramadığını özellikle bu malzeme ile ilgili olarak itiraf etmek zor olur. Tipik rüyaları yorumlarken, rüyayı gören kişinin düşünceleri genelde başarısız olur. Oysa rüyayı yorumlayan uzman kişiyi başka zaman rüyaya ilişkin bulgulara yönlendirilmiş olan şey, söz konusunu düşünceler olmuştur. Ya da öyle belirsiz ve yetersiz olular ki, bunlardan istifade etmek suretiyle problem çözülemez.

a) Çıplaklıkla ilgili Mahcubiyet Rüyası
Çıplaklıkla ilgili rüyaya ilgi gösterilmesi, bu rüyada utanç ve mahcubiyet hissedildiğinde, kaçmak veya saklanılmak istenildiğinde ve bu arada yerinden kıpırdayamama ya da söz konusu utanç verici durumu değiştirememe şeklinde açığa çıkan tuhaf bir kilitlenişe mağlup olunduğunun gündeme gelmesidir. Rüya ancak ve ancak bu bağlamda tipiktir.
Bunun yanında başka bağlantılar ya da bireysel katkılar da arz edilebilir. Esas konu, utanma duygusunun kendisine ilişkin sıkıntı veren izlenimidir.
Öyle ki insan çıplaklığını gizleyebilmek için çoğu kez yerini değiştirmek ister; ama bunu başaramaz. Zaten insanların büyük bir kısmı da bunu yaşamıştır.
Normalde soyunma tarzı ve şekli pek belirgin olmaz. Örneğin şöyle denildiğini duyarız: üzerimde bir gömlek vardı fakat bu nadiren net bir tablodur. Çoğunlukla soyunmuşluk hali o kadar belirgindir ki, anlatımda bir alternatif ile dile getirilir: “üzerimde bir gölek ya da şifon vardı.” Halbuki bu bir sorun değil ve hissedilen utanç gereksizdir.
İnsanın utandığı kişiler genelde belirsiz bırakılmış yüzlere sahip olan yabancılardır. Tipik rüyada hiçbir kıyafetten dolayı kınanılmaz ya da fark edilmez, tersine insanlar kayıtsız kalır ya da net ve anlaşılır rüyada algılanabilindiği gibi duygusuz tören çehrelerini takınırlar. Bu bizim dikkatimizi çekmelidir.

b) Değer Verilen Kişilerin Ölümleri İle İlgili Rüyalar

Tipik olarak adlandırılan bir rüya grubu da, değerli bir akrabanın, ebeveyn’in ya da kardeşlerin vs. ölümlerine içeren rüyalaradır. Bu rüyalarla alakalı iki sınıfın varlığını ayırt etmek gerekir. Birinci sınıftaki rüyalarda insan üzüntüden etkilenmez. Öyle ki, uyandıktan sonra duygusuzluğuna şaşırır. Diğer grupta ise ölüme ilişkin derin bir acı hissedilir. Hatta bu acı, uyku esnasında ateş gibi gözyaşlarıyla dışa vurulur. Birinci gruptaki tipik rüya herhangi bir başka arzuyu kamufle etme amacı taşır. Kız kardeşinin biricik oğlunu ölü bir şekilde önünde yatarken gören teyzenin rüyası bu türdendir. Bu uzun bir süre ayrı kalınmış olunan ve sevilen bir kişinin tekrar görülmesi arzusudur. Rüyanın asıl içeriği olan bu arzu, yas tutulması için bir sebep teşkil etmez. Bu nedenle rüyada elem hissedilmez. Buradan anlıyoruz ki, rüyada hissedilen izlenim görünen rüya içeriğine dahil değil, görünmeyen rüya içeriğine dahildir. Rüyanın duygusallık içeriği, tahayyül içeriğini etkileyen deformasyona maruz kalmaz.
Sevdiğimiz bir akrabanın ölümünün tahayyül edildiği ve bu arada elemli duyguların hissedildiği rüyalarda ise, durum farklıdır. Bu rüyaların anlamlarıyla içerikleri aynıdır. İlgili kişinin ölmesi arzusu söz konusudur. Yitip giymiş olan, bir kenara atılmış olan, üstü örtülmüş olan ve bastırılmış olan arzularda gündeme gelebilir ki bunların salt rüyada tekrar ortaya çıkmalarından dolayı, yine de varlıkların bir nevi devam ettirdiklerini kabul etmemiz gerekir. Ölülerde söz konusu olduğu gibi, bizim anladığımız şekilde ölüler değildir bu arzular. Tersine, tıpkı Odysseia’daki gölgeler gibi, kan içer içmez belirli bir hayat geri dönerler. Sandıktaki ölü çocuğa ilişkin rüyada, on beş sene önce güncel olmuş olan bir arzu söz konusuydu. Keza bu itibarla kesinkes itiraf edilen bir rüyaydı. Buradaki arzunun temelinde dahi, ilk çocukluk döneminden kalan bir anının yattığını eklersem, bu durum rüya teorisi için
önemsiz bir husus sayılmaz belki de. Rüyayı gören kişi küçük kızken bir defasında rüyasında,
annesi kendisine hamileyken, ruhsal durumu bozulmuştu ve karnındaki çocuğunun ölmesini büyük bir özlemle arzu etmişti. Çocuk büyüyüp kendisi de hamile kaldığında, annesinin örneğini izledi sadece.

c) Sınama Rüyası

Mezuniyet sınavıyla lise öğrenimini bitiren herkes, sınıfta kaldığı ve sınıfı tekrarlaması gerektiğini vs. içeren kabus’un kendisine ne kadar büyük bir inatla takip ettiğinden şikayet eder. Akademik bir unvan’a sahip olan bir insan söz konusu olduğunda bu tipik rüyanın yerine başka bir rüya geçer. Bu rüya, doktorasını başaramamış olduğunu söyler o kişiye. Rüyayı gören kişi ise, yıllardır hekimlik yaptığını, özel öğrenim görevlisi ya da muayene idarecisi olduğunu, daha rüya esnasında beyhude bir şekilde tekrarlar durur. Öğrenim hayatımızın iki düğüm noktasıyla (“dies irae, dies illa”) alakalı olarak içimizde harekete geçen şey, çocukluk dönemimizde işlediğimiz suçlara ilişkin, silinmesi mümkün olmayan cezaların anılarıdır.

Rüya Çalışması

Rüya ile ilgili problemleri çözmeye ilişkin olan bütün değerler, şu ana kadar gerçekleştirilmiş olan bütün diğer denemeler, doğrudan doğruya anılarımızda mevcut olan, rüyanın görünen içeriğinden yola çıkıyordu. Rüya yorumunu, bu içeriği esas alarak başarmaya çabalıyordu. Ya da bir yorumlama yapmadıkları zaman rüyaya ilişkin yargılarını rüya içeriğine işaret etmek suretiyle gerekçelendiriyorlardı. Başka bir gerçekle karşı karşıya bulunan ise, sadece biziz. Bize göre rüyanın içeriği ile gözlemlerimiz arasında, psişik malzeme söz konusudur. Rüyanın çözümlemesini, rüya içeriğinin görünen kısmından değil, görünmeyen kısmından meydana getirmiştik.

A) Yoğunlaşma

Rüyayı yazdığımızda yarım sayfa yer kaplar. Rüya fikirlerin mevcut olduğu analiz, altı, sekiz, hatta on iki kat alana ihtiyaç duyar. Bu orantı rüya çeşitlerine göre değişir. Genelde karşı karşıya bulunulan sıkıştırmanın boyutunu, gerçekte olduğundan daha küçük sanırız. Zira malzeminin tümünün, ortaya çıkarılan rüya fikirlerinden ibaret olduğunu düşünürüz.

Oysa yorumlama çalışmasına devam edildiğinde rüyanın ardında gizlenen yeni fikirler, ortaya çıkarmak mümkündür. Bu demektir ki, yoğunlaşma oranı dar çerçeveden baktığımızda belirlenmesi imkansız olan bir orandır.

Tespit edilen tahayyül unsurlarının bir tanesi vasıtasıyla rüyada temsil edilen rüya fikirlerinin sayısı oldukça azdır. Bunu göz önünde bulundurduğumuzda yoğunlaşmanın atlamalar vasıtasıyla gerçekleştirdiği sonucuna ulaşırız. Bu bağlamda rüya, rüya fikirlerinin sabit bir tercümeyi ya da her hususun projeksiyonu değildir. Tersine söz konusu fikirler had safhada eksik boşluklarla dolu bir dile getirilişidir.

Örmek: Güzel Bir Rüya

Kalabalık bir grup halinde , x isimli sokağa giriyorlar. Burada mütevazi bir han bulunuyor. Bu hanın odalarında tiyatro oynanıyor. Bir defasında da seyirci, bir defasında da oyucu oluyor. Sonunda üst başlarını değiştirmeleri gerektiği söyleniyor. Zira tekrar şehre dönecekler kalabalığın bir kısmı zeminin kattaki odalara yönlendiriliyor. Diğerleri de birinci kattaki odalara. Sonra kavga çıkıyor. Yukarıdakiler kızıyorlar, çünkü alttakiler henüz işini bitirememişler. Öyle ki yukarıdakiler aşağıya inemiyorlar. Erkek kardeşi yukarıda, kendisi de aşağıda bulunuyor. İki ayakları bir papuca sokulduğundan dolayı, erkek kardeşine kızıyor. Aslında kimin yukarıda kimin aşağıda bulunacağını, daha buraya geldiğinde belirlenmiş ve düzenlenmiş. Ardından hasta tek başına, x isimli sokağın şehir istikametinde aştığı yamaca doğru yürüyor. O kadar ağır, o kadar zahmetli yürüyor ki, yerinden kıpırdamıyor. Yaşlıca bir bey ona katılıyor ve İtalya kralı hakkında kızgın ifadelerde bulunuyor. Yamacın başına vardıklarında, hasta çok daha kolay yürümeye başlıyor.
Tırmanma zahmetleri o kadar belirgindi ki, uyandıktan sonra bir süre boyunca bunun rüya mı yoksa gerçek mi olduğu konusunda şüpheye düşmüştü. Görünen rüya içeriğine bakılacak olursa, bu rüyayı övmemiz pek mümkün olmayacaktır.
Rüyada görülen ve muhtemelen rüyada hissedilen zorluk, yani “Dyspnoe” bağlantılı, zahmetli tırmanma edimi, hastanın birkaç yıl önce gerçekten de sergilemiş olduğu belirtilerden biridir. O zamanlar bu belirti, başka görünümlerle birlikte tüberküloz’a bağlanmıştı. Yürümenin mümkün olmadığı, rüyaya özgü bu tuhaf duyusallığı, teşhircilik rüyalarından tanıyoruz.
Analiz bağlamına bakılacak olursa, bu rüyanın çocukluktan kalan izlenime dayandığını tahmin etmemiz için yeterli sebeplerimiz vardı. Eğer bu doğruysa, söz konusu rüya, şimdi neredeyse otuz yaşlarında olan adamın süt annesi ile ilgiliydi. Çocuk için süt annenin göğsü gerçektende bir han konumundadır. Gerek süt anne, gerekse Daudet’nin Sappho’su kısa süre önce terkedilmiş olan sevgiliye işaret ediliyor.

Kaydırma Çalışması

Muhtemelen daha az önemli olmayan başka bir ilişki ,henüz rüya yoğunlaşması için örnekler tedarik ettiğimizde dikkatimizi çekmişti.fark ettiğimiz üzere, rüya içeriğinin asli yapı taşları olarak karşımıza çıkan unsurlar, rüya fikirlerinde hiç de aynı rolü üslenmiyorlardı. Bağlamda bu sözün tersini de söylemek mümkün. Görünüşe göre rüya fikirlerinde asli içeriği oluşturan unsurların, rüya da yer almaları şart değildir. Rüya, rüya fikirlerinden daha farklı bir odak noktasına sahiptir. Rüya içeriğinin kuşattığı unsurlar, daha farklı unsurlardır. Bu bakımdan örneğin botanik monografisi rüyasındaki rüya içeriği odağı, görünüşe göre ”botanik” kelimesidir. Rüya fikirlerinde ise, meslektaşlar arasındaki yardımlaşmalardan kaynaklanan sorunlar ve çatışmalar, ayrıca sevdalarımdan dolayı fazlasıyla büyük fedakarlıklar yaptığıma ilişkin suçlama yer alıyor. Rüya fikirlerinin özüyle bir tezat vasıtasıyla, gevşek kelimesi bir şekilde ilintili olmadığı takdirde, bu özde mevcut bile değildir. Zira botanik hiçbir zaman en sevdiğim dersler arasında geçmemiştir. Hasta Sappho rüyasında, yukarıya çıkmak ve inmek, üst de olmak ve altta olmak, odak noktası haline getirilmiştir. Oysa rüya, düşük seviyedeki kişilerle cinsel ilişkiler kurmanın risklerinden söz eder. Öyle ki, rüya fikirleri unsurlarının yalnızca bir tanesinin rüya içeriğine dahil edildiği anlaşılıyor. O da, uygun olmayan bir genelleştirme şeklinde.

Kaydırma, yoğunlaşma ve birden fazla kez ortaya konma şeklindeki etkenlerin, rüya oluşumu esnasında nasıl elbirliği yaptıklarını, hangi etkenin üst düzeyde yer aldığını ve hangisinin tali bir etken olduğunu, daha sonraki araştırmalara bırakıyoruz. Rüyaya dahil edilecek unsurların yerine getirilmesi gerektiği ikinci bir koşul olarak, şimdilik şu unsuru yerine getirebiliriz ki, söz konusu unsurlar direnişe ilişkin sansüre tabi olmamalıdırlar. Rüya kaydırmasını şuandan itibaren, rüya yorumu çerçevesinde yer alan, varlığı yadsınamaz bir gerçek olarak dikkat çekecektir.

Rüya da Semboller Vasıtasıyla Gösterimler
Başka Tipik Rüyalar
Psikanalizin ilerlemekte olan deneyimleri sayesinde, öyle bir takım hastalarla karşılaştık ki, bunlar rüya sembolizmine yönelik bu tür dolaysız bir idaraki, şaşırtıcı bir şekilde gösteriyorlardı. Bu kişiler çoğunlukla “dementia praecox” hastalarıdı. Dolayısıyla bir süre boyunca, bu tür bir sembolizm idraki sergileyen herkese, söz konusu rahatsızlığa yakalanmış göz ile bakıldı. Ancak bu doğru değil. Sözü edilen husus kişisel bir yetenek ya da özellik olup, görünen bir patolojik anlamı yoktur

İnsan, cinsel malzemelerinin rüyada gösterilmesi bağlamında kullanılan yoğun sembolizmi tanıdığında, kendisine şu soruyu sorar: Acaba söz konusu sembollerin birçoğu, tıpkı sitenografideki “ kısaltmalarda “ olduğu gibi, ilelebet kesinleşmiş olan bir anlamla mı ortaya çıkarlar. Sözü edilen sembolizm rüyaya ait olmayıp, bilinçdışı hayal gücünün bir özelliğidir. Özelliklede halkların bilinçdışı hayal gücünün.
Rüya bu sembolizmi kullanır ve görünmeyen fikirlerin kamuflajlı biçimde ifade edilmesini sağlar. Bu şekilde kullanılan semboller arasında, her zaman ya da neredeyse her
zaman aynı anlamı verenlerin sayısı, oldukça kabarıktır. Ancak psişik malzemenin tuhaf görselliği de dikkate alınmalıdır. Semboller bağlamda değil, asıl anlamları doğrultusunda yorumlanabilir. Başka bir örnekte ise, rüyayı gören kişi kendini özel anı malzemelerine dayanarak, gerçekte öyle olmayan her şeyi, cinsel nitelikli bir sembol olarak kullanabilir. Her nerede bir içeriğin gösterini bağlamında, birden fazla sembol arasında seçim yapabiliyorsa, öyle bir sembol tercih edilir ki, bu sembolün başka fikirsel malzemelerle de, ayrıca nesnel ilişkileri söz konusudur. Yani bu sembol, tipik geçerli motivasyonun yanı sıra, bireysel bir motivasyona da imkan verir.

Başka Tipik Rüyalar;

1. Erkeklerin Sembolü Olarak Şapka

2. Ufaklık, Cinsel Organdır-Bir Vasıta Tarafından Ezilmek, Cinsel İlişkiyi Temsil Eder

3. Cinsel Organın Binalar, Merdivenler, ve Kuyularla İfade Edilmesi

4. Erkeklik Uzvu Kişilerle, Kadının Organı İse Bir Araziyle İfade Edilmesi

5. Çocuklarda Hadım Edilme Rüyaları

6. İdrar Sembolizmine Dair

7. Değişikliğe Uğramış Olan Bir Merdiven Rüyası

8. Gerçeklik Hissi Ve Tekrarlamanın Gösterimi

9. Sağlıklı Kişilerin Rüyalarındaki Sembolizm Konusuna Dair

10. Bir Merdiven Rüyası

11. Bir Kimyagerin Rüyası

Hiç yorum yok: