18 Ağustos 2008 Pazartesi

Freud'un rüya analizi

Rüyaların analizi, bilinçaltını açığa çıkaran malzeme olması ve danışana çözümlenmemiş sorunlarına ait bazı alanlarda iç görü kazandırması nedeniyle önemli bir tekniktir. Uyku sırasında savunmalar en aza iner ve baskılanmış duygular kolayca su yüzüne çıkar 1 Bilinçaltı arzular, gereksinimler ve korkular kolayca açığa çıktığından Freud, rüyaları “ bilinçaltına giden Kraliyet Yolu ( Via Rega)” olarak adlandırmaktadır. Doğrudan açığa vurulduklarında ve ifade edildiklerinde hem danışan hem de başkaları tarafından kolaylıkla kabul edilemeyecek bazı istek ve arzular, dolaylı yollarla veya sembolik olarak rüyalarda ifade edilmektedir. Ayrıca rüya, yaratıcı bir eylemdir. Ortalama insanlar bile, uyanıkken hiç fark edemedikleri yaratıcı yönlerini rüyalarda görürü ve tanırlar. Freud’un ortaya çıkardığı gerçeklerden biride rüyada sansür olgusunun varlığıdır. Rüyalar yalnızca bilinçdışı güdülerin bilince çıkması biçiminde anlaşılmamalıdır. Rüyada beliren sansür, rüya’nın gerçek anlamını değiştirir. Sanki bir perde arkasında yer alan bu sansür olgusu, gizli düşüncelerin ancak yeterince örtülüp, maske taktıkları zaman bilincin sınırlarını geçmesine izin verir.
İçerik olarak rüyaların iki düzeyi vardır. Gizli içerik ve Açık içerik. Gizli içerik, sembolik olarak ifade edilen bilinçaltı dürtü, istek ve korkulardan oluşur. Çok acı verici ve tehlikeli olduğundan, gizli içeriği oluşturan bilinçaltı cinsel ve saldırgan güdüler, rüya gören kişi tarafından daha kabul edilebilir bir içeriğe dönüştürebilmektedir. Bir rüyanın gizli içeriğinin daha az tehlikeli ve açık içeriğe dönüştürülmesine rüya çalışması denilmektedir. Rüya çalışması öyle psikolojik bir süreçtir ki, psikolojide buna eş değer başka bir şey daha görülmemiştir. Kendisiyle iki ana doğrultuda ilgilenmemizi ister. İlk başta, yoğunlaşma ya da yer değiştirme gibi yeni bir türden süreçler bulup ortaya çıkardığı ölçüde. İkinci olarak da, o zamana dek etkinliği bilinçli algımız için gizli kalmış psişik yaşamımızdaki bir güç oyunu tahmin etmemize olanak verdiği ölçüde. Kendi içimizde sansür olduğunu, inceleme yapan bir kerte olduğunu, bu kertenin doğmakta olan bir tasarımlamanın bilince ulaşıp ulaşmayacağına karar verdiğini, bir hoşnutsuzluk doğurabilecek ya da uyandırabilecek her şeyi, gücü yettiğince
acımasızca geri iter. Yanılmalı edimlerin çözümlenmesinde, anıların yarattığı hoşnutsuzluktan kaçınma yolundaki bu eğilimin belirtileri kadar, psişik yaşamın eğimleri arasındaki çatışmalarla da karşılaşmıştık.
Rüya çalışmasının incelemesi, bize psikolojinin en tartışmalı sorunlarını kesip atabilecek bir psişik yaşam anlayışını yadsınmazcasına kabul ettiriyor. Rüya çalışması, bizce bilinen ve bilince bağlı olan psişik etkinlikten çok daha yaygın ve önemli bir bilinçdışı psişik aygıtı birbirinden aynı kerteler biçiminde eklemlememize olanak verdiği gibi, bilinçdışı psişik etkinlik süreçleri dizgesinde, bilinçte algılanandan bambaşka türden süreçler geliştiğini de gösterir. Rüya çalışmasının işlevi, uykuyu korumaktan başka bir şey değildir. “Rüya, uykunun bekçisidir”. Rüya düşünceleri son derece çeşitli psişik işlevlere hizmet edebilir. Rüya çalışması, bir rüya düşüncesinden doğan bir isteği bir sanrı sayesinde tamamlayarak işini bitirir.
Rüyaların ve yanılmalı edimlerin psikoloji açısından iç içe geçen yeniliklerin, başka olguların açıklanmasında kullanılabilir kılınması gerekir. Gerçekten de psikanaliz, işte bu normal olguların çözümlenmesi sayesinde elde edilen bir bilinç dışı psişik etkinliğin, sansürün ve geriye itmenin, oluşum ve çarpıtma yerine koyma varsayımlarının, bir dizi patolojik olguya ilişkin ilk bilgileri sağladığı, nevrotik psikolojinin tüm gizlerini açacak anahtarı avucumuza bıraktığını da göstermişti. Böylelikle, rüya tüm psikopatolojik işlevlerin normal dizimsel ekseni olup çıkar. Rüya’yı anlayan kişi, nevroz ve psikozların psişik düzenlendiğini de anlayabilir.

Herkes Rüya Görür mü?

Pek çok insan rüyalarını hatırlamasa da REM uykusuyla ilgili bulgular rüyalarını hatırlayanların hatırlamayanlar kadar çok olduğunu gösterir. Ömründe rüya görmediğini söyleyen insanları bir rüya araştırma laboratuarına koyar ve onları REM uykusundan uyandırırsanız rüyalarını diğer insanlarla hatırladıklarını görürsünüz. Birinin asla rüya görmem demesi rüyalarını hatırlayamıyorum demektir.
Araştırmacılar, rüya hatırlama farklılıklarını değerlendirmek için çeşitli varsayımlar ileri sürmüştür. Bir olasılık bazı insanların rüyaları hatırlama bakımından diğerlerine kıyasla daha büyük zorluklar yaşamalarıdır. Bir başka varsayım bazı insanların REM uykusunun ortaya yerinde görece uyandıklarını bu nedenle gördükleri rüyaları uyuyanlara kıyasla daha fazla hatırladıklarını öne sürerler. Rüyaları hatırlama konusunda genel olarak en fazla benimsenen model uyanırken olanların önemli bir etken olduklarını öne sürerler. Bu varsayıma göre uyanma dönemi rüyadan kısa bir süre sonra gerçekleşmezse rüyanın anısı pekişmez.

Rüyalar Ne kadar Sürer?

Bazı rüyalar neredeyse anlık olarak gerçekleşir. Saatçalar ve rüyamızda yangın çıktığını ve itfaiyenin siren çalarak yaklaştığını gördüğümüzü hatırlayarak uyanırız. Hala çalmakta olan saatin rüyaya neden olduğunu var sayarız. Ancak araştırmalar, çalar saatin ve diğer seslerin sadece önceki anı ve rüyalardan sahneye yerleştiği izlenimini verir. Uyanıkken yaşadığımız buna benzer bir deneyim, tek bir ip ucunun anlatılması uzun bir zaman alan zengin bir anıyı çağrıştırmasıdır. Tipik bir rüyanın süresi, deneklerin uyandırıp görmüş oldukları rüyayı anlatmalarının istendiği REM çalışmalrından çıkartılabilir. Rüyalarını anlattıklarını süre hemen hemen REM süresiyle aynıdır.

İnsanlarda Rüyada Olduklarını Bilirler mi?

Şaşırtıcıda olsa bu soruya verilen yanıt, “zaman zaman evet” olacaktır. İnsanlara rüya görmekte olduklarını fark etmeleri öğretebilir ve farkındalıkları rüyanın kendi akışına karışmaz. Örneğin, denekleri rüya görmekte oldukları fark ettiklerinde bir düğmeye basmaları öğretilmiştir. Bazı insanlar “bilinçli rüya” görürler. Bu rüyalardaki olaylar öylesine normal görünür ki rüya görenler uyanık ve bilinçli olduklarını sanırlar.

Bilinçli rüya görenler uyanık mı yoksa uykuda mı olduklarını belirlemek belirlemek için çeşitli deneyler yaptıklarını bildirmişlerdir. Hollandalı bir hekim, van Eeden(1913) olayların normal bir şekilde gerçekleşmediğini kanıtlamak için bilinçli bir rüyanın içinde eylemler başlattığını bildiren ilk kişilerden bildirir. Brown (1936), daha sonraki yazısında, sıçrayıp asılı kaldığı asılı kaldığı standart bir deney anlattı. Gerek Brown gerekse de van Eeden, bir rüya sırasında “sahte uyanma” olduğunu bildirmişlerdir. Örneğin. Brown rüyalarından birinde olaylar üzerindeki denetiminin bir göstergesi olarak, rüya görürken bir taksi çağırdığını keşfeder. Taksi şoförüne, verecek bozukluluğu olup olmadığını saptamak için cebini yoklar ve uyandığını düşünür. Sonra yatağın içinde dağılmış bozuk paraları görür. Bu noktada Brown, gerçekten uyanmış ve kendisini değişik bir durumda uzanırken bulmuştur ve doğal olarak ortada bozuk para yoktur.
İnsanlar Rüyaların İçeriğini Denetleyebilir mi?
Psikologlar, denekler uyku öncesi dönemde telkinde bulunarak ve bundan sonra görülen rüyaların içeriğini çözümleyerek rüya içeriği üzerinde belli oranda bir denetimin mümkün olduğunu göstermiştir. Dikkatle tasarlanmış bir rüya, rüya öncesi dolaylı telkin çalışmasında araştırmacılar, uyku öncesinde kırmızı camlı gözlük takmanın etkisini sınamışlardır. Her ne kadar gerçek bir telkinde bulunulmamış ve denekler deneyin amacını anlamamış olsalar da deneklerin çoğu rüya dünyalarının hafifçe renklendiğini belirtmişlerdir(Roffwarg, Herman, Bowe-Anders, Taubers,1978). Rüya öncesi açık telkinin etkisi üzerine yapılan bir çalışmada deneklerden kendilerinde olmasını istedikleri kişilik özellikleri hakkında rüya görmeye çalışmaları istenmiştir. Deneklerin çoğu, istenen kişilik özelliğinin fark edilebileceği en az bir rüya görmüşlerdir.
Rüya içeriğini etkilemenin bakla bir yolu da hipnoz sonrası telkindir. Bu yöntemin kullanıldığı geniş çaplı bir çalışmada, ayrıntılı rüya anlatıları oldukça duyarlı hipnotik deneklere telkin edilmiştir. Telkin sonrasında denek, REM uykusundan uyandırılıncaya dek uyumuştur. Ortaya çıkan rüyalardan bazıları, telkinin özgül değerlerin çoğunu içermeyen tematik yönlerini, başka rüyalar ise telkinin özgül öğelerini yansıtmıştır.

Rüyaların Yorumu

Psikanaliz kuramının gelişiminde em önemli aşama, histeri belirtileri üzerinde yaptığı çalışmalardan edindiği izlenimler ve özellikle bilinçdışı kavramının belirlenmeye başlaması sonucu, Freud’un dikkatini kendi kişiliğini çözümlemeye yoğunlaştırması olmuştur. O günlerde Freud bir dostuna şöyle yazmıştı: “Kendi kişiliğimi çözümleme şu anda elimdeki en önemli çalışma aracı ve bu süreci tamamladığımda benim için çok büyük değeri olacak.” Kendi iç dünyasına inebilmek için kullandığı başlıca veri ise rüyalar olmuştu.
Freud, serbest çağrışım uygulamalarında hastaların sıklıkla rüyalarından söz ettiklerini, üstelik bu rüyaların çoğu kez o anda çağrışım yapılan konularla ilintili olduğunu gözlemeye başlamıştı. Giderek rüyaların belirli bir anlam taşıdığını, ancak bu anlamın genellikle maskelenmiş bir biçimde görüntülendiğini fark etti. Üstelik rüya parçacıkları üzerinde serbest çağrışım yapmaları istendiğinde, hastalar uyanıkken yaşadıkları olayları anlatırken çağrıştırmadıkları birçok bastırılmış anı ve duyguyu dile getirebiliyorlardı. Yukarıda da belirtilen gibi Freud bu konuya açıklık getirebilmek için kendi rüyalarını çözümleme çabasına girişmişti. Gerçektende “rüyaların yorumu” adlı kitabında verilen örneklerin çoğu Freud’un kendi rüyalarıydı. Bu çalışmaların sonunda Freud rüyaları bilinç dışında gizlenen isteklerin bilinç düzeyinde anlatımı olarak tanımladı.
Bu tanıma göre rüyalar, bilinç dışı süreçlerin normal bir anlatımı olarak nitelendiriliyordu. Freud normal sayılan insanların rüya içeriğini, psikotik hastalarda bilinç düzeyinde gözlenen normal dışı duygu ve düşünce süreçlerine çok benzediğini fark etmişti. Bu benzerliği, rüya imgelerinin, bilinç dışındaki istek ve düşüncelerin simgeleştirme sürecinde yada diğer saptırıcı işlemlerden geçmiş biçimlere olarak açıklamıştır. Freud’a göre bu, zihnin bilinç dışı bölümü ile bilinç öncesi düzeyi arasındaki sınırın korunması için gerekli bir sansür mekanizmasıdır. Bu mekanizma bilinç dışındaki isteklerin bilinç düzeyine çıkmasına engel olur. Uyku süresinde bu sansür gevşer ve bilinç dışındaki bazı duygu ve düşüncelerin, biçim değiştirdikten sonra bu sınırı aşmasına olanak verir. Rüya gören kişin algıladığı imgeler, sınırı aşmış olan düşüncelerin maskelenmiş biçimleridir.
Freud, bu sansür mekanizmasının ego’nun savunma etkinliklerinden biri olduğu görüşündeydi. Ona göre, uyku süresince bilinçdışı etkinlikler kişiyi uyandırabilecek oranda yoğunlaşır. Sansür mekanizması sayesinde kişi uykusunu sürdürebilir.
Freud, çeşitli uyaranların rüyaları başlatabileceğini inanmıştı. Günümüzde ise rüyaların merkezi sinir sistemi bağımsız bir işlevi olduğu ve uyku süresinde belirli aralıklarla ortaya çıktığı kabul edilir. Freud’un uykuyu başlattığını sandığı çevresel ya da bedensel uyaranların da gerçekte uykuyu başlatmadığı, ancak rüyanın içeriğini yetişerek rüya konularını etkilediği sanılmaktadır.
Buna göre ağrı. Açlık susuzluk ve idrar kesesini dolması gibi uyaranlar yalnızca rüya içeriğinin şekillenmesinde etken olabilirler. Çocukluğun ilk dönemlerinde görülen rüyalarda istekler oldukları gibi canlandırabildikleri halde. Daha sonraki dönemlerde istekler bilinçdışında tutulduklarından, rüyalara ancak maskelenmiş bir biçimde yansırlar. Bu nedenle yetişkin bir insanın rüyasının görünür içeriğine bakarak o rüyanın “ gizil içeriğini” anlayabilmek oldukça güçtür.
Bir rüyanın gizil içeriği çeşitli mekanizmalarla “görünür içeriğe” dönüştürülür. Bu mekanizmaların başlıcaları simgeleştirme, daraltma, yön değiştirme, yansıtmadır.

Simgeleştirme: Bu mekanizmaya da beden bölgeleri ve işlevleri, aile üyeleri, doğum, ölüm, gibi çeşitli nesneler ve kavramlar rüya içeriğinde doğrudan değil, bazı simgelerle dolaylı olarak anlatım bulurlar. Örneğin, para dışkıyı, pencereler ise kadın cinsel organını temsil eder.
Yön değiştirme: Bu mekanizmayla ruhsal enerji, rüyanın gizil içeriğinden görünür içeriğine, yani simgelere aktarılır. Simgeler oldukça zararsız görünümlü olduklarında rüyadaki sansür mekanizmasından etkilenmezler. Böylece gizli içeriğe ait ruhsal enerjide sansür sınırını geçmekte güçlük çekmez. Örneğin rüya gören kişi, annesinin yerine tanımadığı bir kadının imgesini görebilir. Dolayısı ile anneye ilişkin ruhsal enerji bu yabancı kadın imgesine aktarılır.
Daraltma: Bu mekanizmayla bilinçdışındaki türlü istekler ve dürtüler birleştirilerek, görünür rüya içeriğindeki tek bir imgeye bağlanır. Örneğin, bir çocuk rüyasında korkunç ve saldırgan bir yaratık görmekteyse, bu yaratık yalnızca babasını simgelemekte sınırlanmayabilir, annesinin bazı yönlerini hatta çocuğun kendi düşmanca dürtülerini de yansıtıyor.
Yansıtma: Bu mekanizmadaki kişi aslında kendi bilinçdışından kaynaklanan, ancak kabul edilir nitelikte olmayan istek ya da dürtüleri, rüyasında başka kişiden kendisine yöneltiliyormuşçasına görür. Çoğu kez bu kişi aslında kendi dürtülerini yöneltmek istediği kişidir.

Rüya Kuramları ve İşlevi

Rüyanın mümkün olduğunca fazla özelliği, belirli bir bakış açısında açıklamaya çalışan ve aynı zamanda rüyanın, daha kapsamlı bir görünüm sahasındaki konumunu belirleyen bir rüya tanımı, rüya teorisi olarak adlandırılır. Münferit rüya teorileri arasındaki fark şudur ki, rüyanın şu ya da bu özelliğini ana özellik olarak kabul ederler.

Rüyanın bir işlevi, yani yararı ya da başka bir etkisi, mutlaka teoriden çıkarılacak diye bir şey yok. Ancak gelişmelerin daha en baştan amaçlı olduğunu kabul eden görüşe alışkın olan beklentiler, rüyanın bir işlevini tespit eden teorilere daha sıcak yaklaşacaklardır.
Eksiksizlik bir krater olarak görülmezse, rüya teorileriyle ilgili gevşek sıralı bir grup oluşturmak mümkündür. Buradaki teoriler rüyadaki psişik faaliyetin boyutuna ve türüne ilişkin görüşleri açısından farklılık arz eder;

1) Uyanık olma durumu psişik faaliyeti, rüyada eksiksiz olarak devam ettiren teoriler. Örneğin Delboeuf’ un teorisi gibi. Burada ruh olmaz. Mekanizması devrededir. Ancak uyanık olma durumundan farklı olan, uyku durumunun koşullarına tabidir. Dolayısıyla normal olarak çalıştığında, uyanık olma durumuna kıyasla farklı neticeler elde sunar. Bu teorilerle ilgili soru şudur; Rüya ile uyanık olma durumu arasındaki farkların tümü, uyku durumunun çerçevesinde izah edilebiliyorlar mı?
2) Rüya konusundaki psişik faaliyetin azaltılması, bağlamların gevşemesi ve kaliteli malzemenin azalmasını esas alanların teoriler. Uyku ruhu fazlasıyla aşar. Sadece ruhun dış dünyaya kapatılmasından ibaret değildir. Psikiyatrik malzemeyle kıyaslamak gerekirse, ilk gruptaki teoriler, rüyayı bir paranoya olarak algılarlar. İkinci gruptakiler ise, onu deliliğin ya da şaşkınlığın numunesi durumuna sokarlar.

Rüyayı noksan, kısmi bir uyanıklık olarak gören anlayış, en ayrıntılı şekilde Maury ile ifade bulmaktadır. Buradan edinilen izlenime göre, uyanık olmanın ya da uyumanın, anatomik bölgelenin ve belirli bir psişik işlevin ilintili olduklarını kabul edilir. Ancak burada ima edilmek istenen husus yalnızca şudur ki kısmi uyanıklığa ilişkin teorinin ayrıntılı yapısına dair çok fazla tartışılması gereken konular karşımıza çıkmaktadır.
Kısmi uyanıklık teorisi konusunda Burdach’ın görüşler; “Rüyanın kısmi bir uyanıklık hali olduğu ileri sürülürse, bu şekilde ne uyanıklık ne de uyuma hadisesi ciddi olarak aydınlatılmış olmaz. Ayrıca ruhun bazı güçlerinin rüya esnasında faal oldukları, bazılarının ise dinlendikleri söylenmiştir.

Rüyayı bedensel bir hadise olarak algılayan egemen rüya teorisine, rüya ile alakalı oldukça görüş dayanmaktadır. Bu konudaki görüşlerini dile getiren Robert, rüyanın bir işlevi, işe yarayan bir başarısını gösterdiği için, çarpıcı bir etkiye sahiptir. Robert mutlak doğru olarak, şu iddia’da bulunur; Hiçbir zaman düşünceler vasıtasıyla sonuna kadar işlenmiş olan konular, rüya kaynakları haline gelmezler. Rüyanın kaynakları daima, bitmemiş bir biçimde aklımızda kalan ya da ruhumuzu teğet geçen hususlardır.

3) Üçüncü bir grupta bir araya getirdiğimiz rüya teorileri, rüya gören ruha özel psişik performanslara ilişkin yetenek ve eğilimleri atffederler, ki bu yetenek eğilimleri, uyanık durumdayken ya hiç başaramaz ya da sadece noksan bir şekilde başarabilir. Söz konusu yeteneklerin var olduğu tespitiyle, rüyanın genelde yararlı olan bir işlevi ortay çıkar. Rüyanın, yaşlıca psikolog yazarların nazarındaki değeri, çoğunlukla bu gruba girer.
Bu doğrultuda rüya, “Ruhun doğal faaliyetidir. Bu faaliyet, bireyselliğin gücüyle sınırlanmaz, öz bilinç tarafından rahatsız edilmez ve öz belirlemenin gösterdiği istikamete yönelmez. Tersine, duyusal odakların, serbest oyunlar şeklinde dışa vuran canlılığını temsil eder.
Rüyanın dinlendirici ve iyileştirici faaliyetini, Purkinje, daha güçlü bir şekilde dile getirir: “ Özellikle üretken rüyalar bu işlevi yerine getiriler. Bunlar hayal gücünün gevşek oyunlarıdır ve bunların günlük hadislerle bağlantıları yoktur. Ruh uyanık durumdaki hayatın gerilimleri devam ettirmek istemez, tersine onları ortadan kaldırmaya çalışır, onlardan kaynaklanan yorgunlukları üzerinden atmayı dener. Önce, uyanık olan durumunun karşırı olan durumları meydana getirir. Üzüntüyü neşeyle, dertleri umutlar ve keyif verici, aklı dağıtıcı tablolarla iyileştirir. Nefreti sevgiyle ve dostlukla, korkuyu cesaret ve inançla sağlatır, kuşkuyu kanaat ve sarsılmaz bir imanla, beyhude beklentileri, yerine getirilmesi ile telafi eder.
Rüyayı ancak uyku durumunda serbest olarak ortaya çıkabilen özel bir ruh faaliyetinden hareketle açıklamaya ilişkin görüşleri olan Scherner, yeteneklerini kısıtlanmaksızın rüya yaşantısına taşınması konusunda rüyayı imkan tanımaz. Kendi ifadesiyle “Ben” kavramının merkezciliği ve spontane enerjisi, asabiyetten arındırılır. Merkezcilikten uzaklaşma sonucunda, idrak, hissetme, arzu etme, ve tahayyül etme olayları değişime uğrarlar ve bu nedenle sözü edilen ruhsal yetiler artıkları birer ruhsal özellik olmayıp, sadece birer mekanizma olarak görünürler. Bunun yerine rüyada, ruhun hayal gücü olarak faaliyeti her türlü sağduyu egemenliğinden kurtulmuş ve böylece katı kıstaslardan azat edilmiş olarak sınırsız hakimiyeti ele geçirir. Gerçi son yapı taşlarını uyanık olma durumunun hafızasını temin eder, ama bunlardan bir takım binalar meydana getiri ki, bunlar uyanık olma durumunun oluşumlarından çok çok farklıdır. Scherner’in rüyadaki sembolleştirici hayal gücü faaliyeti ile ilintili, yararlı bir işlev söz konusu değildir. Ruh kendisine sunulan uyarımlarla, düşlere dalarak oynamaktadır. Bu oyunu uslu bir şekilde sürdürmediği izlenimine kapılmak mümkün. Ancak bize de bir soru yöneltilebilir. Rüyaya ilişkin, Scherner teorisiyle ayrıntılı bir biçimde meşgul olmamızla herhangi fayda etmediğimiz sorulabilir.
Zira bu teorini keyfiliği ve her türlü bilimsellikten bağımsız oluşum fazlasıyla dikkat çeker. Bu durumda Scherner’in öğretisini gözden geçirmeden önce fazla ukala diyerek reddetmek veto edilmesi gereken bir davranış olur. Söz konusu öğretinin baz aldığı izlenim bir kişnin kendi rüyalarından edinilmiş olduğu izlenimdir. Bu kişi rüyaları fazlasıyla dikkate almış ve görünüşe göre karanlık ruhsal konuları izlemeye yönelik kişisel bir yetenek sergilemiştir.

Rüya ile Zihinsel Hastalar Arasındaki Bağlantı

Rüyanın ruhsal hastalıklarla bağlantısından söz eden kişi üç şeyden birini kastediyor demeketir:
1) Kökensel ve klinik ilişkiler, örneğin bir psikoz durumunu temsil ediyorsa, bu duruma hazırlıyorsa ya da bu durumdan sonra ortaya çıkıyorsa
2) Ruhsal hastalık durumunda rüya yaşantısının uğradığı değişimler
3) Rüya ve psikozlarla arasındaki ilişkiler yapısal akrabalılara işaret eden paralellikler.

Her iki olgu dizesi arsındaki çeşitli ilişkiler, tıbbın günümüzde yeniden hekim yazarlarının favori konusu olmuştur. Spitta, Radestock, Maury ve Tissie tarafınca konuyla ilgili olarak bir araya getirilmiş olan literatür, bize bunu öğretir. Daha yakın geçmişte, Sante de Sanctis dikkatini bu bağlamda yöneltmiştir. Sante de sanctics paranoya konusunda benzer gözlemler sunar ve rüyayı münferit psikoz vakalarıyla alakalı olarak, “ çılgınlığın gerçek oluşum sebebi” ilan eder. Psikoz, çılgın fikri içeren etkin rüya vasıtasıyla, bir çırpıda hayatı dahil olabilir ya da hala kuşkularla mücadele etmek zorunda kalan bir dizi rüya vasıtasıyla yavaşça gelişebilir.
Söz konusu eşitliğin ileri sürülmesi mümkün kılan münferit örtüşmeleri Spitta, şu şekilde sıralar;
1) Öz bilincinin ortadan kaldırılması ya da en azından geciktirilmesi ve bu doğrultuda durumun fark edilmemesi yani şaşırma olasılığının ortadan kalkması ahlaki bilinç eksikliği
2) Duyusal organlarını algılarının değişmesi rüyada düşürülmüş ve delilikte genelde fazlasıyla arttırılmış bir algılama
3) Tahayyüllerin kendi aralarında sadece çağrışım ve tekaralama yasalarının uygunluk sağlayacak şekilde birleşmeleri. Yani dizi oluşumu bu ne tahayyülleri arasındaki ilişkilerin orantılı olmaması.
4) Kişiliğin ve kimi zaman karekter özelliğinin değişmesi ya da ters yüz edilmesi.


Radestock, bir takım başka özellikler, malzeme ile alakalı parelellikler ekler : “ Görme, İşitme ve genel hissediş alanı halüsinasyon ve ilizyonların en sık olduğu alanlardır. Rüyada olduğu gibi koku ve tat alma duyusu belirler. Ateşli hasta havake sırasında tıpkı rüya gören kişide söz konusu olduğu gibi çok eskim zamanlardan anılar görür. Uyanık durumundaki ve sağlıklı olan kişinin unutmuş olduğu konuları uyuyan ve hasta kişiler hatırlarlar” Rüya ve psikoz arasındaki paralelliğe asıl değerini veren husus şudur ki, söz konusu paralellik tıpkı bir aile benzerliği gibi ince mimiklere ve münferit özelliklere kadar yansımaktadır.
Bedensel ve ruhsal hastalıkların pençesinde kıvranan kişiye, gerçekliğin veremediğini rüya verir: İyilik ve mutluluk. Bu şekilde ruh hastasında da, mutluluk, yücelik, üstünlük ve zenginlikle alakalı tablolar ön plana çıkarlar. Malların sözde mülkiyete ve geri çevrildikleri ya da yok edildikleri için çılgınlığın psişik sebebini teşkil etmiş olan arzuların hayal dünyasında gerçeklemesi. Bunlar çoğunlukla deliliğin asıl kısmını oluştururlar. Kıymetli çocuğunu kaybetmiş olan kadın annelik mutluluğunu dair bir delilik içindedir. Varlıksal kayıplara uğramış olanlar kendilerini olağan üstü zengin sanırlar. Aldatılmış olan kız içten bir sevgiyle kuşatıldığını düşünür. Rüya ile ruhsal hastalık arasında mevcut olan ve karakteristik ayrıntılara kadar uzanan örtüşmeyi, inkar etmek mümkün değildir. Bu örtüşmeye aynı zamanda, rüya yaşantısına ilişkin olup, rüyayı işe yaramaz ve rahatsız edici bir olay, aşağı düzeyli bir ruh faaliyet ifadesi olarak gören tıbbi teorinin, en güçlü destekleri arasındadır. Zira söz konusu bozukluklara ilişkin idrakimizin, ne kadar tatmin edilicilikten uzak bir durumda olduğu genel olarak malumdur. Böylece diyebiliriz ki rüyanın gizemini aydınlatmaya çalışmak suretiyle psikozları da açıklamış olur.

Rüya Yorumu Yöntemi

Bir rüyayı yorumlamak demek, onun anlamını vermek, rüyanın yerine eşit ağırlıklı ve tam değerli bir halka olarak ruhsal faaliyetimizin zincirine oturan bir şey koymaktadır. Ancak gördüğümüz üzere rüya konusundaki bilimsel teoriler, rüya yorumu konusuna yer ayırmazlar. Zira rüya, onlara göre bir ruhsal edim değildir. Somatik bir süreçtir. Bu süreç işaretler vasıtasıyla ruhsal düzenekteki varlığını duyurmaktadır. Konunun uzmanı olmayanların kanaati, her zaman farklı olmuştur. Söz konusu kanaat, istikrarsız davranma konusundaki hakkını kullanmıştır. Rüyanın anlaşılmaz ve saçma olduğunu kabul etmiş olsa da, rüyanın hiçbir zaman anlamı olmadığına karar verememiştir. Karanlıkta kalan bir sezgi tarafından yönlendirilerek, her şeye rağmen rüyanın gizli de olsa bir anlamı olduğunu tahmin etmektedir. Rüyayı bir başka düşünsel sürecin telafisini olarak görmektedir. Önemli olan, bu telafi işlevini doğru biçimde aydınlığa kavuşturmak ve böylece rüyanın gizli anlamına ulaşmaktadır.

Bu nedenle konunun uzmanı olmayanlar eskiden beri rüyayı “yorumlaya” çalışmaktadır. Bu arada yapı itibariyle farklılık arz eden, iki yöntem kullanılmıştır. Söz konusu işlemlerden birincisi; Rüya içeriğini bir bütün olarak inceler ve bunun yerine başka, anlaşılır paralel bir içerik koymaya çalışır. Bu, sembolik rüya yorumudur. Tabii bu görüş sadece anlaşılmaz olmakla kalmayıp aynı zamanda karışık görünen rüyalar nedeniyle, daha en baştan başarısız olur. Bu görüşe bir örnek, mesela İncil’deki Yusuf’un, Firavunun rüyasına uygun gördüğü yorumdur. Yedi tane şişman inek ve bunlardan sonra gelen yedi tane zayıf inek, ki bunlar ilk inekleri yerler; işte bu, sembolik bir anlatımdır. Mısır ülkesinde baş gösterecek olan yedi yıllık kıtlık süresinin önceden bildirilmesidir.
Rüya yorumu yöntemlerinin diğeri, yani popüler olanı, bu tür taleplerden uzak durmaktadır. Bu yönteme “şifre” yöntemi demek mümkündür, zira rüyayı bir tür gizli yazı olarak ele alır. Burada her işaret, sabit bir anahtara göre, malüm anlamlı başka bir işarete tercüme edilir. Örneğin rüyamda bir mektup, ayrıca bir cenaze merasimi vb. şeyler gördüğümüzü düşünelim. “Rüya tabirleri” kitabına baktığımda, mektubun keyifsizlik ve cenaze merasiminin nişanlanma şeklinde yorumlandığını görürüm. Deşifre edilen başlıklardan bir bağlam oluşturmak şimdi bizim kendi görevimizdir. Bu bağlamı da tabi ki, geleceğe atfedeceğiz. Söz konusu şifre yöntemi ilginç bir şekilde değişime uğradığında, bu yöntemin salt mekanik tercüme nitelikli yapısı biraz düzelecektir. Bu değişim, Daldis’li Artemidorus’un rüya yorumlarına ilişkin yazısında yer alır. Burada sadece rüya içeriği değil, rüyayı gören kişinin şahsiyeti ve yaşamsal koşulları da hesaba katılır. Böylece aynı rüya unsurunun zengin, evli, hatip gibi insanlar için büründüğü anlam, fakir, bekar, tüccar gibi insanlar için büründüğü anlam farklı olur. Bu yöntemim esası şudur ki, yorumlama çalışması rüyanın bütününü ele almaz.
Konunun bilimsel olarak ele alınabilmesi açısından, her iki popüler rüya yorumlama işleminin de işe yaramaz birer yöntem olduğu fikri, bir an için dahi olsa, tartışma götürmez bir fikirdir. Sembolik yöntem sınırlı şekilde uygulanabiliyor ve genel geçer bir açıklama sunamıyor. Şifre yönteminde ise, “anahtarın”, yani rüya tabiri kitabının güvenilir olması, tek belirleyici etkendir. Bu konuda da, herhangi bir garanti verilemiyor. İnsanın aklına filozoflara ve psikiyatrlara hak vermek ve onlarla birlikte rüya yorumları problemini hayali bir görev sıfatıyla iptal etmek geliyor.
Psikanaliz çalışmaları esnasında fark ettim ki, düşünen bir adamın psişik durumu, kendi psişik süreçlerini gözlemleyen adamın durumundan çok farklıdır. Düşünürken, en dikkatli öz gözleme kıyasla, fazladan bir psişik edim gündeme gelir. Bunu, öz gözlem içinde bulunan kişinin sakin mimikleri ile karşılaştırdığımızda, düşünmekte olan kişinin gergin yüz ifadesi ve kırış kırıl olmuş olan alnı da açığa vururlar. Her iki durumda da yoğunlaşma gereklidir; ancak düşünen kişi ayrıca bir eleştiride bulunur. Bunun sonuncunda, içinde oluşan fikirlerin bazılarını, onları algıladıktan sonra eler. Yine bazılarını ise, kıs keser. Öyle ki, bunların açacak olduğu fikirsel yolları takip etmez. Birde öyle fikirler vardır ki, bunları bilinçsiz olarak, yani onları algılamadan önce bastırır.

Oysa öz gözlemci, eleştirileri bastırmak için çaba sarf eder. Bunu başardığı takdirde, başka zaman idrak edilmesi mümkün olmayan, bir sürü fikrin bilincine varır. Öz algılama açısından yeni kazanılmış bu malzeme sayesinde, patolojik fikirlerle rüya oluşumlarının yorumlanması olanağına kavuşuruz. Görülebildiği üzere, burada söz konusu olan, psişik bir durumun meydana getirilmesidir. Bu durum, uykuya dalma hadisesinden önce var olan durumla ( ve ayrıca kesinlikle hipnotik durumla), psişik enerjinin ( yani hareket halindeki konsantrasyonun) dağılımı bakımından belirli bir paralellik içindedir. Uykuya dalma esnasında, tahayyüllerimize etki etmesine izin verdiğimiz, ihtiyari ( ve kesinlikle eleştirisel) bir faaliyetin zayıflaması sonucunda, “arzu edilmeyen tahayyüller” ortaya çıkar. Sözü edilen zayıflamanın sebebi olarak, “yorulma” belirtilmektedir. Ortaya çıkan arzu edilmeyen tahayyüller, görsel ve işitsel tablolara dönüşürler. Rüyaların ve patolojik fikirlerin analizi için başvurulan durumda anılan faaliyetten kasıtlı ve ihtiyarı olarak kaçınılır ve tasarruf edilmiş olan psişik enerji ( ya da enerjinin bir kısmı), şimdi ortaya çıkmakta olan arzu edilmeyen fikirlerin dikkatle izlenmesi için kullanılır. Bu fikirler, birer tahayyül olma özelliklerini muhafaza ederler ( uykuya dalma hadisesi ile karşılaştırıldığında, bulacağımız fark bu olacaktır). Böylece “ arzu edilmeyen” tahayyüller, “ arzu edilen” tahayyüllere dönüştürülmüş olurlar.

Tipik Rüyalar

Genelde başka birinin rüyasını-eğer bu kişi rüya içeriğinin arkasında yatan bilinç dışı fikirleri aktarmak istemiyorsa-yorumlanacak durumda değildir. Bu nedenle rüya yorumuna ilişkin yöntemin pratiğe uygulanma özelliği, fazlasıyla kısıtlanmaktadır. Münferit kişiler, sahip oldukları özgürlük doğrultusunda, rüya dünyalarını bireysel özelliklerine göre şekillendirirler. Ve böylece başka insanların idraklerine kaparırlar.
Dolayısıyla rüya yorumlama tekniğini bu tipik rüyalar uygularken, çok özel beklentilerle işe başlanır. Ayrıca kişisel becerilerin bir işe yaramadığını özellikle bu malzeme ile ilgili olarak itiraf etmek zor olur. Tipik rüyaları yorumlarken, rüyayı gören kişinin düşünceleri genelde başarısız olur. Oysa rüyayı yorumlayan uzman kişiyi başka zaman rüyaya ilişkin bulgulara yönlendirilmiş olan şey, söz konusunu düşünceler olmuştur. Ya da öyle belirsiz ve yetersiz olular ki, bunlardan istifade etmek suretiyle problem çözülemez.

a) Çıplaklıkla ilgili Mahcubiyet Rüyası
Çıplaklıkla ilgili rüyaya ilgi gösterilmesi, bu rüyada utanç ve mahcubiyet hissedildiğinde, kaçmak veya saklanılmak istenildiğinde ve bu arada yerinden kıpırdayamama ya da söz konusu utanç verici durumu değiştirememe şeklinde açığa çıkan tuhaf bir kilitlenişe mağlup olunduğunun gündeme gelmesidir. Rüya ancak ve ancak bu bağlamda tipiktir.
Bunun yanında başka bağlantılar ya da bireysel katkılar da arz edilebilir. Esas konu, utanma duygusunun kendisine ilişkin sıkıntı veren izlenimidir.
Öyle ki insan çıplaklığını gizleyebilmek için çoğu kez yerini değiştirmek ister; ama bunu başaramaz. Zaten insanların büyük bir kısmı da bunu yaşamıştır.
Normalde soyunma tarzı ve şekli pek belirgin olmaz. Örneğin şöyle denildiğini duyarız: üzerimde bir gömlek vardı fakat bu nadiren net bir tablodur. Çoğunlukla soyunmuşluk hali o kadar belirgindir ki, anlatımda bir alternatif ile dile getirilir: “üzerimde bir gölek ya da şifon vardı.” Halbuki bu bir sorun değil ve hissedilen utanç gereksizdir.
İnsanın utandığı kişiler genelde belirsiz bırakılmış yüzlere sahip olan yabancılardır. Tipik rüyada hiçbir kıyafetten dolayı kınanılmaz ya da fark edilmez, tersine insanlar kayıtsız kalır ya da net ve anlaşılır rüyada algılanabilindiği gibi duygusuz tören çehrelerini takınırlar. Bu bizim dikkatimizi çekmelidir.

b) Değer Verilen Kişilerin Ölümleri İle İlgili Rüyalar

Tipik olarak adlandırılan bir rüya grubu da, değerli bir akrabanın, ebeveyn’in ya da kardeşlerin vs. ölümlerine içeren rüyalaradır. Bu rüyalarla alakalı iki sınıfın varlığını ayırt etmek gerekir. Birinci sınıftaki rüyalarda insan üzüntüden etkilenmez. Öyle ki, uyandıktan sonra duygusuzluğuna şaşırır. Diğer grupta ise ölüme ilişkin derin bir acı hissedilir. Hatta bu acı, uyku esnasında ateş gibi gözyaşlarıyla dışa vurulur. Birinci gruptaki tipik rüya herhangi bir başka arzuyu kamufle etme amacı taşır. Kız kardeşinin biricik oğlunu ölü bir şekilde önünde yatarken gören teyzenin rüyası bu türdendir. Bu uzun bir süre ayrı kalınmış olunan ve sevilen bir kişinin tekrar görülmesi arzusudur. Rüyanın asıl içeriği olan bu arzu, yas tutulması için bir sebep teşkil etmez. Bu nedenle rüyada elem hissedilmez. Buradan anlıyoruz ki, rüyada hissedilen izlenim görünen rüya içeriğine dahil değil, görünmeyen rüya içeriğine dahildir. Rüyanın duygusallık içeriği, tahayyül içeriğini etkileyen deformasyona maruz kalmaz.
Sevdiğimiz bir akrabanın ölümünün tahayyül edildiği ve bu arada elemli duyguların hissedildiği rüyalarda ise, durum farklıdır. Bu rüyaların anlamlarıyla içerikleri aynıdır. İlgili kişinin ölmesi arzusu söz konusudur. Yitip giymiş olan, bir kenara atılmış olan, üstü örtülmüş olan ve bastırılmış olan arzularda gündeme gelebilir ki bunların salt rüyada tekrar ortaya çıkmalarından dolayı, yine de varlıkların bir nevi devam ettirdiklerini kabul etmemiz gerekir. Ölülerde söz konusu olduğu gibi, bizim anladığımız şekilde ölüler değildir bu arzular. Tersine, tıpkı Odysseia’daki gölgeler gibi, kan içer içmez belirli bir hayat geri dönerler. Sandıktaki ölü çocuğa ilişkin rüyada, on beş sene önce güncel olmuş olan bir arzu söz konusuydu. Keza bu itibarla kesinkes itiraf edilen bir rüyaydı. Buradaki arzunun temelinde dahi, ilk çocukluk döneminden kalan bir anının yattığını eklersem, bu durum rüya teorisi için
önemsiz bir husus sayılmaz belki de. Rüyayı gören kişi küçük kızken bir defasında rüyasında,
annesi kendisine hamileyken, ruhsal durumu bozulmuştu ve karnındaki çocuğunun ölmesini büyük bir özlemle arzu etmişti. Çocuk büyüyüp kendisi de hamile kaldığında, annesinin örneğini izledi sadece.

c) Sınama Rüyası

Mezuniyet sınavıyla lise öğrenimini bitiren herkes, sınıfta kaldığı ve sınıfı tekrarlaması gerektiğini vs. içeren kabus’un kendisine ne kadar büyük bir inatla takip ettiğinden şikayet eder. Akademik bir unvan’a sahip olan bir insan söz konusu olduğunda bu tipik rüyanın yerine başka bir rüya geçer. Bu rüya, doktorasını başaramamış olduğunu söyler o kişiye. Rüyayı gören kişi ise, yıllardır hekimlik yaptığını, özel öğrenim görevlisi ya da muayene idarecisi olduğunu, daha rüya esnasında beyhude bir şekilde tekrarlar durur. Öğrenim hayatımızın iki düğüm noktasıyla (“dies irae, dies illa”) alakalı olarak içimizde harekete geçen şey, çocukluk dönemimizde işlediğimiz suçlara ilişkin, silinmesi mümkün olmayan cezaların anılarıdır.

Rüya Çalışması

Rüya ile ilgili problemleri çözmeye ilişkin olan bütün değerler, şu ana kadar gerçekleştirilmiş olan bütün diğer denemeler, doğrudan doğruya anılarımızda mevcut olan, rüyanın görünen içeriğinden yola çıkıyordu. Rüya yorumunu, bu içeriği esas alarak başarmaya çabalıyordu. Ya da bir yorumlama yapmadıkları zaman rüyaya ilişkin yargılarını rüya içeriğine işaret etmek suretiyle gerekçelendiriyorlardı. Başka bir gerçekle karşı karşıya bulunan ise, sadece biziz. Bize göre rüyanın içeriği ile gözlemlerimiz arasında, psişik malzeme söz konusudur. Rüyanın çözümlemesini, rüya içeriğinin görünen kısmından değil, görünmeyen kısmından meydana getirmiştik.

A) Yoğunlaşma

Rüyayı yazdığımızda yarım sayfa yer kaplar. Rüya fikirlerin mevcut olduğu analiz, altı, sekiz, hatta on iki kat alana ihtiyaç duyar. Bu orantı rüya çeşitlerine göre değişir. Genelde karşı karşıya bulunulan sıkıştırmanın boyutunu, gerçekte olduğundan daha küçük sanırız. Zira malzeminin tümünün, ortaya çıkarılan rüya fikirlerinden ibaret olduğunu düşünürüz.

Oysa yorumlama çalışmasına devam edildiğinde rüyanın ardında gizlenen yeni fikirler, ortaya çıkarmak mümkündür. Bu demektir ki, yoğunlaşma oranı dar çerçeveden baktığımızda belirlenmesi imkansız olan bir orandır.

Tespit edilen tahayyül unsurlarının bir tanesi vasıtasıyla rüyada temsil edilen rüya fikirlerinin sayısı oldukça azdır. Bunu göz önünde bulundurduğumuzda yoğunlaşmanın atlamalar vasıtasıyla gerçekleştirdiği sonucuna ulaşırız. Bu bağlamda rüya, rüya fikirlerinin sabit bir tercümeyi ya da her hususun projeksiyonu değildir. Tersine söz konusu fikirler had safhada eksik boşluklarla dolu bir dile getirilişidir.

Örmek: Güzel Bir Rüya

Kalabalık bir grup halinde , x isimli sokağa giriyorlar. Burada mütevazi bir han bulunuyor. Bu hanın odalarında tiyatro oynanıyor. Bir defasında da seyirci, bir defasında da oyucu oluyor. Sonunda üst başlarını değiştirmeleri gerektiği söyleniyor. Zira tekrar şehre dönecekler kalabalığın bir kısmı zeminin kattaki odalara yönlendiriliyor. Diğerleri de birinci kattaki odalara. Sonra kavga çıkıyor. Yukarıdakiler kızıyorlar, çünkü alttakiler henüz işini bitirememişler. Öyle ki yukarıdakiler aşağıya inemiyorlar. Erkek kardeşi yukarıda, kendisi de aşağıda bulunuyor. İki ayakları bir papuca sokulduğundan dolayı, erkek kardeşine kızıyor. Aslında kimin yukarıda kimin aşağıda bulunacağını, daha buraya geldiğinde belirlenmiş ve düzenlenmiş. Ardından hasta tek başına, x isimli sokağın şehir istikametinde aştığı yamaca doğru yürüyor. O kadar ağır, o kadar zahmetli yürüyor ki, yerinden kıpırdamıyor. Yaşlıca bir bey ona katılıyor ve İtalya kralı hakkında kızgın ifadelerde bulunuyor. Yamacın başına vardıklarında, hasta çok daha kolay yürümeye başlıyor.
Tırmanma zahmetleri o kadar belirgindi ki, uyandıktan sonra bir süre boyunca bunun rüya mı yoksa gerçek mi olduğu konusunda şüpheye düşmüştü. Görünen rüya içeriğine bakılacak olursa, bu rüyayı övmemiz pek mümkün olmayacaktır.
Rüyada görülen ve muhtemelen rüyada hissedilen zorluk, yani “Dyspnoe” bağlantılı, zahmetli tırmanma edimi, hastanın birkaç yıl önce gerçekten de sergilemiş olduğu belirtilerden biridir. O zamanlar bu belirti, başka görünümlerle birlikte tüberküloz’a bağlanmıştı. Yürümenin mümkün olmadığı, rüyaya özgü bu tuhaf duyusallığı, teşhircilik rüyalarından tanıyoruz.
Analiz bağlamına bakılacak olursa, bu rüyanın çocukluktan kalan izlenime dayandığını tahmin etmemiz için yeterli sebeplerimiz vardı. Eğer bu doğruysa, söz konusu rüya, şimdi neredeyse otuz yaşlarında olan adamın süt annesi ile ilgiliydi. Çocuk için süt annenin göğsü gerçektende bir han konumundadır. Gerek süt anne, gerekse Daudet’nin Sappho’su kısa süre önce terkedilmiş olan sevgiliye işaret ediliyor.

Kaydırma Çalışması

Muhtemelen daha az önemli olmayan başka bir ilişki ,henüz rüya yoğunlaşması için örnekler tedarik ettiğimizde dikkatimizi çekmişti.fark ettiğimiz üzere, rüya içeriğinin asli yapı taşları olarak karşımıza çıkan unsurlar, rüya fikirlerinde hiç de aynı rolü üslenmiyorlardı. Bağlamda bu sözün tersini de söylemek mümkün. Görünüşe göre rüya fikirlerinde asli içeriği oluşturan unsurların, rüya da yer almaları şart değildir. Rüya, rüya fikirlerinden daha farklı bir odak noktasına sahiptir. Rüya içeriğinin kuşattığı unsurlar, daha farklı unsurlardır. Bu bakımdan örneğin botanik monografisi rüyasındaki rüya içeriği odağı, görünüşe göre ”botanik” kelimesidir. Rüya fikirlerinde ise, meslektaşlar arasındaki yardımlaşmalardan kaynaklanan sorunlar ve çatışmalar, ayrıca sevdalarımdan dolayı fazlasıyla büyük fedakarlıklar yaptığıma ilişkin suçlama yer alıyor. Rüya fikirlerinin özüyle bir tezat vasıtasıyla, gevşek kelimesi bir şekilde ilintili olmadığı takdirde, bu özde mevcut bile değildir. Zira botanik hiçbir zaman en sevdiğim dersler arasında geçmemiştir. Hasta Sappho rüyasında, yukarıya çıkmak ve inmek, üst de olmak ve altta olmak, odak noktası haline getirilmiştir. Oysa rüya, düşük seviyedeki kişilerle cinsel ilişkiler kurmanın risklerinden söz eder. Öyle ki, rüya fikirleri unsurlarının yalnızca bir tanesinin rüya içeriğine dahil edildiği anlaşılıyor. O da, uygun olmayan bir genelleştirme şeklinde.

Kaydırma, yoğunlaşma ve birden fazla kez ortaya konma şeklindeki etkenlerin, rüya oluşumu esnasında nasıl elbirliği yaptıklarını, hangi etkenin üst düzeyde yer aldığını ve hangisinin tali bir etken olduğunu, daha sonraki araştırmalara bırakıyoruz. Rüyaya dahil edilecek unsurların yerine getirilmesi gerektiği ikinci bir koşul olarak, şimdilik şu unsuru yerine getirebiliriz ki, söz konusu unsurlar direnişe ilişkin sansüre tabi olmamalıdırlar. Rüya kaydırmasını şuandan itibaren, rüya yorumu çerçevesinde yer alan, varlığı yadsınamaz bir gerçek olarak dikkat çekecektir.

Rüya da Semboller Vasıtasıyla Gösterimler
Başka Tipik Rüyalar
Psikanalizin ilerlemekte olan deneyimleri sayesinde, öyle bir takım hastalarla karşılaştık ki, bunlar rüya sembolizmine yönelik bu tür dolaysız bir idaraki, şaşırtıcı bir şekilde gösteriyorlardı. Bu kişiler çoğunlukla “dementia praecox” hastalarıdı. Dolayısıyla bir süre boyunca, bu tür bir sembolizm idraki sergileyen herkese, söz konusu rahatsızlığa yakalanmış göz ile bakıldı. Ancak bu doğru değil. Sözü edilen husus kişisel bir yetenek ya da özellik olup, görünen bir patolojik anlamı yoktur

İnsan, cinsel malzemelerinin rüyada gösterilmesi bağlamında kullanılan yoğun sembolizmi tanıdığında, kendisine şu soruyu sorar: Acaba söz konusu sembollerin birçoğu, tıpkı sitenografideki “ kısaltmalarda “ olduğu gibi, ilelebet kesinleşmiş olan bir anlamla mı ortaya çıkarlar. Sözü edilen sembolizm rüyaya ait olmayıp, bilinçdışı hayal gücünün bir özelliğidir. Özelliklede halkların bilinçdışı hayal gücünün.
Rüya bu sembolizmi kullanır ve görünmeyen fikirlerin kamuflajlı biçimde ifade edilmesini sağlar. Bu şekilde kullanılan semboller arasında, her zaman ya da neredeyse her
zaman aynı anlamı verenlerin sayısı, oldukça kabarıktır. Ancak psişik malzemenin tuhaf görselliği de dikkate alınmalıdır. Semboller bağlamda değil, asıl anlamları doğrultusunda yorumlanabilir. Başka bir örnekte ise, rüyayı gören kişi kendini özel anı malzemelerine dayanarak, gerçekte öyle olmayan her şeyi, cinsel nitelikli bir sembol olarak kullanabilir. Her nerede bir içeriğin gösterini bağlamında, birden fazla sembol arasında seçim yapabiliyorsa, öyle bir sembol tercih edilir ki, bu sembolün başka fikirsel malzemelerle de, ayrıca nesnel ilişkileri söz konusudur. Yani bu sembol, tipik geçerli motivasyonun yanı sıra, bireysel bir motivasyona da imkan verir.

Başka Tipik Rüyalar;

1. Erkeklerin Sembolü Olarak Şapka

2. Ufaklık, Cinsel Organdır-Bir Vasıta Tarafından Ezilmek, Cinsel İlişkiyi Temsil Eder

3. Cinsel Organın Binalar, Merdivenler, ve Kuyularla İfade Edilmesi

4. Erkeklik Uzvu Kişilerle, Kadının Organı İse Bir Araziyle İfade Edilmesi

5. Çocuklarda Hadım Edilme Rüyaları

6. İdrar Sembolizmine Dair

7. Değişikliğe Uğramış Olan Bir Merdiven Rüyası

8. Gerçeklik Hissi Ve Tekrarlamanın Gösterimi

9. Sağlıklı Kişilerin Rüyalarındaki Sembolizm Konusuna Dair

10. Bir Merdiven Rüyası

11. Bir Kimyagerin Rüyası

Araştırma Önerisi Örneği

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
EĞİTİM BİLİMLERİ ANA BİLİM DALI


AİLE İÇİ ŞİDDET NEDENİYLE
KORUMA ALTINA ALINARAK SHÇEK KURULUŞLARINDA
BAKILAN ÇOCUKLARIN SORUNLARI



CEYLAN AKBULUT




DANIŞMAN
YARD DOÇ HASAN BOZGEYİKLİ



KONYA

AİLE İÇİ ŞİDDET NEDENİ İLE KORUMA ALTINA ALINARAK SHÇEK KURULUŞLARINDA KORUMA ALTINA ALINAN ÇOCUKLARIN SORUNLARI

(ARAŞTIRMA ÖNERİSİ)

İÇİNDEKİLER

1. BÖLÜM: GİRİŞ SAYFA

A-ARAŞTIRMANIN SORUNU ………
B-ARAŞTIRMANIN AMACI ………
C-ARAŞTIRMANIN ÖNEMİ ………
D-LİTERATÜR TARAMASI ………
E-ARAŞTIRMANIN SAYILTILARI .………
F-ARAŞTIRMANIN SINIRLILIKLARI ……….
G-TANIMLAR ……….

2.BÖLÜM: YÖNTEM

A-ARAŞTIRMANIN MODELİ ………
B-VERİ TOPLAMA ARAÇLARI ………
C-EVREN VE ÖRNEKLEM ………
D-VERİLERİN TOPLANMASI, ÇÖZÜMÜ VE YORUMLANMASI ………
E-SÜRE VE OLANAKLAR ………

KAYNAKÇA


AİLE İÇİ ŞİDDET NEDENİ İLE KORUMA ALTINA ALINARAK SHÇEK KURULUŞLARINDA BAKILAN ÇOCUKLARIN SORUNLARI


1.GİRİŞ

A-ARAŞTIRMANIN SORUNU:

Aile akrabalık ilişkisi olan psikolojik, sosyal, ekonomik ihtiyaçların karşılandığı temel toplumsal birimdir.
Şiddet ise; psikolojik veya fiziki bağımsızlığına ya da bütünlüğüne, kişiliğine veya kişilik gelişimine zarar veren davranışlardır.
Şiddet türleri ise; fiziksel şiddet, duygusal şiddet, cinsel şiddet, ekonomik şiddet, ihmal olarak sınıflandırılabilir. Ayrıca kadınlara yönelik şiddet, çocuklara yönelik şiddet, yaşlılara yönelik şiddet olarak da sınıflandırabiliriz.
Şiddet, biyolojik, psikolojik ve sosyal nedenlerden kaynaklanabilir. Biyolojik nedenler, akıl hastalıkları, ruhsal bozukluklar, erkeklik hormonudur. Psikolojik nedenler, erkeğin sahip olduğu fiziksel gücü bilmesi, düşüncelerini kabul ettirme dürtüsü, karşı tarafı ezmek. Sosyal nedenler, aile, okul, arkadaş, duygu ve düşüncelerini doğru ifade edememe, geçim sıkıntısı, toplumsal yanlış değer yargıları, alkol ve madde bağımlılığı, disiplin.
Aile içi şiddet, bir aile üyesinin; diğer aile üyesine karşı fiziksel ya da psikolojik olarak hükmetme ya da zarar vermesidir.
Fiziksel istismar ve çocuk istismarı; aile içi şiddetinin de bir parçası olabilir. Ancak çocuklara karşı yapılan şiddet eylemleri, çocuk istismarı altında incelenir. Her ne kadar göz ardı edilse de; fiziksel ve cinsel şiddet istismarlarının büyük oranı aile bireyleri tarafından yapılmaktadır.
Aile içi şiddet, çocukların psiko-sosyal ve bilişsel gelişimini olumsuz yönde etkileyen ve ömür boyu tedaviyi gerektiren travmalardan biridir.
Çocuğun sağlıklı bir tam aile ortamından ve bireyler arası ilişkilerden yoksun kalması gelişimini de olumsuz yönden etkiler. Ayrılıklar anne-baba ve çocuk arasındaki duygusal etkileşimin de azalmasına yol açar. Bu da bireyin duygusal yaşamını etkilemekle kalmaz; onun bedensel, zihinsel ve toplumsal gelişmesini de olumsuz yönde etkiler. Duygusal etkileşim yetersizliğinin şu sonuçlara yol açabileceği ileri sürülebilir:
1-Bebeğin büyüme ve gelişmesi gecikebilir, engellenebilir.
2-Psiko-motor gelişmede gecikme, yemek yememe, alt ıslatma davranışları görülebilir.
3-Dil gelişimi gecikebilir, konuşma bozuklukları oluşabilir.
4-Zihinsel gelişmede gecikme, dikkati yoğunlaştıramama, öğrenme ve akıl yürütmede yetersizlikler olabilir.
5-Diğer insanlarla başarılı ilişkiler kuramama sonucu sosyal gelişmede gecikme, saldırganlık v.b. olumsuz davranışlar görülebilir.


ANNE YOKLUĞU VE ETKİLERİ

Anneden ayrılma (maternal seperation) çocuk ile anne figürü arasında anlamlı bir ilişki kurulduktan sonra bu ilişkinin kesilmesidir. Anne yoksunluğu ise (maternal deprivation) bu ilişkinin hiç kurulmamış olmasıdır. Anneden ayrılmada çocuğun 3-6 ay veya daha uzun bir süre ayrı olması söz konusudur. Annenin yoksunluğunda ise, annenin ölümü, çocuğu terk etmesi ve bir daha hiç görüşülmemiş olması söz konusudur. Anne yoksunluğunun ya da anneden ayrılmanın çocuk üzerindeki etkisi; çocuğun yaşına, yoksunluktan ya da ayrılmadan önce annesi ile olan deneyimlerine göre farklılıklar gösterir.
Özellikle ayrılığın uzaması durumunda zihinsel ve duygusal gelişmede duraklamalara, depresyon belirtilerine ileri yaşlarda ise okula uyum güçlüklerine ve davranış bozukluklarına rastlanabilir. Anne sevgisinden yoksun olan çocuklarda güven duygusunun yerini kuşku alır ve çocukta içe kapanıklığın başladığı görülür. Bedensel gereksinimleri karşılanan fakat anne sevgisinden yoksun olan çocuk; güçsüz ve huzursuz olur, daha çok ve daha sık ağlar. Çocukta zaman içinde duygusal küntleşme gözlemlenir. Ayrıca başkalarına karşı gerçek bir duygusal bağları bulunmaz, anti sosyal davranışlar sergilerler. Bowlby çocuğun yaşamının ilk beş yılı süresince annesinden ayrı kalmasının suçluluğun etiyolojik temelini oluşturduğuna inanır.
Demirsar’a göre; düzensiz anneliğe bağlı olarak çocuklarda gözlenen tutum ve davranışlar şunlardır:
Çocuk daha sonraki yaşlarda aşırı bağımlılık gösterir.
Yetersizlik ve aşağılık duyguları geliştirir.
Benliğini ve diğer kişileri aşırı değerli ya da değersiz bulur.
Çocuk kendi zihninde kendisi de dâhil olmak üzere herkesin bir iyi bir de kötü görüntüsünü oluşturur.

BABA YOKLUĞU VE ETKİLERİ

Doğrudan Etkileri:
Ailede anne sevgiyi, baba otoriteyi simgeler. Babanın uzun bir süre aileden uzakta olması bu işlevin yerine getirilmesini önler. Otorite yokluğu ya da yetersizliği çocukları üç tepki biçimine yöneltir. Bunlar; karşı koyma, taklit ve ödünlemedir. Karşı koyma tepkisi bağımsız bir kişilik geliştirme eğilimini dile getirir ve gereklidir. Bağımsızlığı kanıtlayan karşı koyma tepkisi normal olarak otoriteye zararsız bir başkaldırı şeklinde gelişir. Çocuk baba otoritesinden yoksun olduğu zaman başka bir engel arayışına yönelir. Bu da


çoğu zaman yasal bir engeli aşma biçiminde olur. (örn: hırsızlık) Taklit tepkisi karşı koyma tepkisinin devamıdır. Çocuk model aldığı otorite temsilcisini taklit eder. Eğer baba yoksunluğu varsa, bu modelleri kitaplardan, sinemalardan ve arkadaşlıklarından edinir ve bunlar kendi eğitim normlarına çoğu zaman karşıt olan modellerdir. Ödünleme tepkisi ise, çocuğa kişiliğini ve güven duygularını açıklama olanağı sağlar. Fakat baba yokluğunda her iki tepki yeterli düzeyde olmadığı için ödünleme tepkisi de yetersiz kalır. Baba olmadığı zaman otorite rolünü anne üstlenir ve bu işlev annenin birincil rolü durumuna gelir. Bu durumda erkek çocuk annesine bağlı kalır ve kendi cinsiyetine özgü bir cinsel kimlik kazanması tehlikeye girebilir. Çünkü hayali bir baba imgesi hiçbir zaman gerçek bir baba imgesinin yerini alamaz.
Savaş sırasında babasız kalan çocuklarla ilgili yapılan bir araştırma sonucuna göre; bu çocukların erkek figürü olmaması nedeni ile kendi cinsleri ile ilgili rol benimsemesi yapamadıkları ve erkek figürünü idealize edemedikleri bulunmuştur. Baba yokluğu yaşayan çocukların en çok karşılaştığı sorunlar şöyle sıralanabilir:
- Karşılaştıkları sorunların üstesinden gelememe, bunları babalarıyla tartışamama.
- Annenin görev ve sorumluluklarının artması sonucu anne ile gerekli iletişimi kuramama.
- Kendilerini soyutlanmış ve yalnız hissetme.

Bazı araştırmacılar baba yokluğunun süper ego ya da vicdan gelişimini aksattığını ileri sürüyor. Babasız büyüyen çocukların yetersiz bir ego ya da benlik idealine sahip olduğu gözlenebilir.

Ayrılığın iki yılı aşmasından sonra; erkek çocuklarının daha bağımlı, tercihlerinde daha az erkeksi oldukları ve daha çok kızlarla ve kendinden küçüklerle oyun oynadığı tespit edilmiştir. Baba yoksunu kız çocuklarının ise; bazılarının erkek arkadaşları ile ilişkilerinde saldırgan bazılarının ise sıkılgan oldukları gözlenmiştir. Çocukların ayrıca geçici baba yokluğuna gösterdikleri tepkilerin anne-babanın birinin ölümüne gösterilen tepkiye çok benzediği bulunmuştur. Bu çocuklarda çeşitli davranış bozuklukları ve içe kapanma ile kendini gösteren depresyon durumu gözlenmiştir. Ayrıca babanın dönüşünün çoğu zaman, uyumun yeniden bozulmasına neden olduğu, o güne kadar yatışmış olan belirtilerin yeniden ortaya çıktığı gözlenmiştir. Çocuklar benimseyecekleri rolü belirlemede, sevgi ve sadakat bağlarını güçlendirmede büyük oranda güçlük çekmektedir. Çeşitli ailesel, sosyo-kültürel ve psikolojik etkenler arasında baba yoksunluğunun intiharla en fazla ilişkisi olan etken olduğu saptanmıştır. Yapılan bir diğer araştırma sonucuna göre; beş yaşından önce baba yokluğu yaşayanlarda, bilişsel gelişmede gerilik gözlenmiştir.



Parçalanmış Aile Çocuğunun Önündeki Gerçekler:

Çocuk her şeyden önce güvenli ve dengeli bir yaşama gereksinim duyar. Çocuk için anne-baba önemlidir ama bu yetmez. Onun hayatında daha da fazlası vardır. Evi, yatağı, banyosu, oyuncakları ve onları sakladığı koltuk arkaları, mutfağı, eşyaları vs. aslında çocuğun hayatı satranç tahtasına benzer, şahı, veziri vardır. Bunların yerini ne kadar az değiştirirseniz oyundaki piyonların dengesini o kadar az bozarsınız. Çocukların alıştıkları koşulları sürdürmek kadar çocuklara güven veren bir şey yoktur. Son günlerde eğitimciler arasında “pazartesi çocukları” ya da “pinpon çocukları” gibi tabirler dolaşıyor. Bu çocuklar çok dalgın, düşünceli, akılları başka yerdeymiş gibi davranan ya da alışılmadık biçimde yaramazlık yapan çocuklar. Peki, bunlar kim? Genellikle, evden ayrılan ebeveynin yanında birkaç gün kalıp sonra kendi evlerine dönen çocuklar. Yeni bir eve, alışkanlıklara, eşyalara, arkadaşlara ayak uydurmaları gereken sonra tekrar eski bildikleri duruma geri gelen çocuklar.
Çocuklara asla yalan söylememeli. Evlilik çatırdarken çocuk ikiye bölünür. O halde çocuktaki güvensizlik duygusunu azaltmak, ona güven vermek gerekir. Bütün uzmanlar, çocuk ne kadar küçük olursa olsun çocuklara doğru bilgi vermenin, ailesine neler olduğunu anlatmanın önemi üstünde duruyorlar. Onlara hiçbir açıklama yapılmazsa, çocuk büyük bir olasılıkla kendini anlaşmazlığın sorumlusu olarak görecektir. Sorduğu sorulara cevap alamayan çocuğun kişilik gelişimi zarar görecektir. Richard Gardner “Eğer çocuk soru soracak kadar büyümüşse, yanıt alacak kadar da büyümüş demektir” diyor. Çocuklar kendilerine üzüntü veren gerçekleri kabullenmeye daha yatkındırlar. Dayanamadıkları tek şey; bilgisizliğe bağlı sıkıntılardır. Çünkü o zaman akıllarına gelen her türlü konuyu, soruyu kendi akışına bırakırlar ve böylelikle de ne doğrulanmış ne de ortadan kaldırılmış olur. Yarım yamalak gerçekler karışıklık ve güvensizlik yaratır. Oysa gerçek; hoş olmasa da güven verir ve çocuklar başlarından geçen şeyleri tam olarak bildikleri zaman kendilerine güven duyar.
Çocuklar da zamanla büyürler ve değişirler. Zaten kaçınılmaz olan tek şey onların bu özelliğidir. Bundan dolayı da; boşanma esnasında ebeveynlerinin karar verdikleri her şey onların minik kafalarında ve yüreklerinde ancak geçici bir çözüm olarak kalacaktır. Aradan birkaç yıl geçince yaşadıkları olayları (geçmiş ve şimdi) yeniden gözden geçirmek iyi olacaktır. Çocuklar büyüdükçe ve değiştikçe anne-babaların bir araya gelerek konuşmaları, sorunları paylaşmaları yerinde olacaktır. Pek çok genç, boşanmış ebeveynlerini kendilerine bu konuda bilgi vermeye yanaşmadıkları, kendilerini doğrudan ilgilendiren konularda bile fikirlerini sormadıkları, yaşadıkları iyi-kötü şeyleri paylaşmadıkları için suçlarlar. Bu durum her şeyi bilme hakkına sahip olan çocuklarımızı yersiz yaralar.
Çocuğun bakımı için en iyi çözüm olabildiğince sık, uzun süreli ve elden geldiğince içtenlikli olarak bakımı ile yükümlü olmayan ebeveyni ile görüşmesini sağlamaktır. Görüşme hakkı yasal bir maksimum değil, yaşamsal bir önemi olan minimumdur.
Araştırmanın sorunu; aile içi şiddet nedeni ile korunma altına alınan çocukların uğradıkları travmanın büyüklüğünün yanında, kurum bakımı modelinin getirdiği olumsuzlukların bu çocukları diğer çocuklardan daha fazla etkileyip etkilemediği, diğer bir deyişle bu çocukların diğer çocuklara göre daha fazla uyum sorunu yaşayıp yaşamadıklarıdır.

B-ARAŞTIRMANIN AMACI:

Bu araştırmanın temel amacı; Aile içi şiddeti yaşayan çocukların bulundukları psiko-sosyal düzeyi belirleyerek onların toplumsallaşmaları için geliştirilecek politikalara katkıda bulunmaktır. Bu amaçla;
-Aile içi şiddet nedeni ile korunma altına alınan çocukların yaşadıkları olaylardan etkilenme düzeylerini belirlemek,
-Bu çocukların psiko-sosyal sorunlarının belirlemek,
-Kuruluş ortamında yaşadıkları ve yaşattıkları sorunların belirlemek,
-SHÇEK tarafından bu çocuklara verilen hizmetlerin niteliğinin saptamak,
-Sorunun çözümüne ve konuya ilişkin bilimsel bilgiye katkıda bulunmak,
-Çocuklara verilecek hizmetlere ilişkin politikaları etkilemek bu araştırmanın amaçları olarak belirlenmiştir.


C-ARAŞTIRMANIN ÖNEMİ:

Aile içi şiddetin yıllardır büyük bir sorun olarak devam etmektedir.Bu sorun çocuklarda büyük travmalar neden olmaktadır.Bu nedenle incelenmesinde ve gereken önlemlerin alınmasında yarar vardır. Bu tür çocuklara yardım edilebilmesinin ilk koşulu onların bu tür olaylardan ne ölçüde etkilendiklerinin belirlenmesi ve sorunlarının saptanması çözüm yolları için iyi birer anahtar olacağı umulmaktadır.

D-LİTERATÜR TARAMASI:
Araştırma sürecinin başlangıcında yapılacaklara ilişkin geçici ana hat hazırlanacaktır.
Yapılması planlanan alan yazın taramasının amacı; konu hakkında daha önce ne tür bir bilimsel bilgi birikiminin olduğunu belirlemek ve araştırmayı bu bilgi birikimlerinin üzerinde yapılandırmak, konu hakkında bilinen ve bilinmeyen boyutların belirlenmek, hangi boyutun araştırılacağına karar vermektir.
Konu hakkında ülkemizde ve diğer ülkelerde yapılan araştırmalar ve yayınlar kütüphanelerin yanı sıra internet olanaklarından yararlanılarak var olan bilgiler edinilecektir.
Elde edilen bilgiler eleştirel bir bakış açısıyla değerlendirilerek, ülkemiz koşullarına uygun yorumlar yapılacak kaynakça gösterilerek raporlaştırılacaktır.



E-ARAŞTIRMANIN SAYILTILARI:

Bu çocukların sorunlarının belirlenmesi sorunlarının çözümüne katkıda bulunacaktır.
Araştırma SHÇEK kuruluşlarında kalan aile içi şiddet vakaları ile yapılacak olup bu vakaların bu vakaların bütünü temsil ettikleri düşünülmektedir.
Kurum bakımı modelinin bu çocuklar için diğerlerine göre daha da olumsuz sonuçları olabilmektedir.
Araştırma sonuçlarının bilimsel bilgiye katkıda bulunacak uygulamaya ışık tutacaktır.


F-ARAŞTIRMANIN SINIRLILIKLARI:

Araştırma SHÇEK’ bağlı tüm kuruluşlardan aile içi şiddet nedeniyle korunma altına alınan çocuklar ve onlarla doğrudan ilgili meslek elemanları üzerinde uygulanacak soru kâğıtları ile gerçekleştirilecektir.

G-TANIMLAR:

Şiddet, aile içi şiddet, korunmaya muhtaç çocuk, korunma altına alınma, kurum bakımı, psiko-sosyal sorunlar gibi tanımlar bu bölümde tanımlanacaktır.


2.BÖLÜM: YÖNTEM

A-ARAŞTIRMANIN MODELİ:

Araştırmada genel tarama modeli kullanılacaktır. Genel tarama modelleri; “çok sayıda elemanlardan oluşan bir evrende, evren hakkında genel bir yargıya varmak amacıyla evrenin tümü ya da ondan alınacak bir grup örnek ya da örneklem üzerinde yapılan tarama düzenlemeleridir” (Karasar 1994:79 ).
Araştırmada hem tekil hem de ilişkisel tarama modelinin kullanılması planlanmaktadır. Araştırma örneğin; “aile içi şiddetin olayların yaşanma süresi ve sıklığı arttıkça çocuğun uğradığı travmanın boyutu da artar” şeklinde değişkenler arası ilişkileri sorgulayan “betimleme amaçlı” bir araştırma olacaktır.

Yine araştırma hem çocuklara hem de onlarla çalışan meslek elemanlarına uygulanacak soru kâğıtlarıyla gerçekleştirilecek olup, sonuçları sayısal ifadeler şeklinde ifade edilecektir. Bu nedene araştırma nicel bir araştırma olacaktır. Yine bu araştırma uygulamalı(insan refahına dönük şekilde kontrol altına almayı hedefleyen) ve alan araştırması ( vakaların kendini ifade etmelerini içerdiğinden) türünde gerçekleştirilecektir.


B- VERİ TOPLAMA ARAÇLARI:

Araştırma hem çocuklara hem de onlarla çalışan meslek elemanlarına
(sosyal hizmet uzmanları, psikolok, psikiyatrist, çocuk gelişimi ve eğitimi uzmanı ) uygulanmak üzere oluşturulacak iki ayrı soru kâğıdı ile gerçekleştirilecektir.
Soru kâğıtları hazırlandıktan sonra ön deneme yapılacak. Çıkan sonuca göre soru kâğıtları yeniden düzenlenecektir.

Güvenilirlik: Bir şeyin bağımsız ölçümleri arasındaki tutarlılık halidir. Korunma altına alınan ve en az örselendikleri kabul edilen ekonomik yetersizlikler nedeni ile korunma altına alınan çocuklara ve aile içi şiddet vakalarına uygulanacak ve sonuçlar değerlendirilecek. Güvenilirlik, test tekrar test (test-retest), değerlendirme paralel formlar ve iç tutarlılık açılarından ele alınacaktır.

Geçerlilik: Bir kavramın başka kavramlarla karıştırılmadan ölçülebilmesi durumudur. Geçerlilik ve güvenilirliğe ilişkin çalışmalar gerçekleştirilecektir.

C- Evren ve Örneklem

Araştırmanın evreni, aile içi şiddet nedeni ile korunma altına alınan ve SHÇEK kuruluşlarında bakılan çocuklardır. Öncelikle bu özelliğe sahip çocuklar belirlenecek ve “oransız elaman örnekleme” yoluyla araştırmanın örneklemi “sistematik örnekleme” kullanılarak, veri kaynaklarına belirlenecek, tespit edilen çocuklarla doğrudan ilgili sosyal hizmet uzmanları veya psikologlar veya çocuk gelişimi ve eğitimi uzmanlarına soru kâğıdı uygulanacaktır.
Araştırmada “eşit aralıklı ya da aralıklı ölçme düzeyi” kullanılacak, birimler/ olgular sınıflandırılacak, sıra numarası verilecek, puanlanacak, karşılaştırmalar yapılacaktır.

D-Verilerin Toplanması, Çözümü ve Yorumlanması:

Aile içi şiddet konusunda geçerli ve güvenilir verilere ulaşılması, veri kaynakları ile güven ilişkisinin sağlanmasına bağlıdır. Bu nedenle zaten güven ilişkisi kurulmuş olduğu varsayılan meslek elamanlarının çocuklara soru kâğıdını uygulamaları, ayrıca kendilerinin de meslek elamanlarına yönelik hazırlanan ikinci soru kâğıdını da doldurmaları istenilecektir.
Hazırlanacak bir yazıda araştırmanın amacı ve önemi ile sunulacak / yararlanacak / kullanılacak birimler/alanlar üzerinde durulacak, çocuklara mutlaka araştırma hakkında bilgi verilmesi ve onaylarının alınması gerektiği ve veri kaynaklarının gizli tutulacağı belirtilecek, ekinde soru kâğıtları gönderilecektir. Soru kâğıtlarının araştırmacıya ulaşması için belirli bir süre verilecektir.
Toplanan veriler araştırmacı tarafından hazırlanacak bir kod yönergesi aracılığı ile bilgisayara kodlanacak. Kodlama ve analizde “systat” ve “spss” paket programlarından yararlanılacaktır.
Elde edilen veriler eleştirel bakış açısı ve bilimsel bilgiler çerçevesinde yorumlanacak. Araştırma sonucu, çocuklara her tür aile içi şiddete ilişkin öncelikle “önleyici ve koruyucu”, her şeye rağmen bu olayı yaşayacak çocukların var olacağından hareketle bu çocuklar için neler yapılması gerektiği konusunda “tedavi edici” hizmetlere ilişkin önerilere yer verilecektir.


KAYNAKÇA
1-GÜVENÇ, B .(1979) İnsan ve Kültür, İstanbul: Remzi Kitabevi.
2-KARASAR, N. (1994) Bilimsel Araştırma Yöntemi.5. Basım, Ankara: 3A Araştırma ve Eğitim Danışmanlık Ltd.
3-BİLEN, M. (1978) Ailede Sağlıklı İlişkiler. ANKARA: Mars matbaası.
4-BENEDEK, E. BROWN, C. (1997) Boşanma ve Çocuğunuz. Çeviren: Serap KATLAN. ANKARA: HYB Yayıncılık.
5- DÖNMEZER, İ. (1999) Ailede İletişim ve Etkileşim. ANKARA: Sistem Yayıncılık.
6- Yavuzer, H. (1997) ‘Çocuk Eğitim El Kitabı’. İSTANBUL: Remzi Kitapevi 5. BasıM7-Cüceloğlu, D.(1996) ‘İnsan Ve Davranışı’ İSTANBUL: 6. Basım Remzi Kitapevi.8- Aktaş, A. M. Ve Duyan, V. (2002) “Kriz Durumları ve Yalnızlık” Sosyal Hizmetler Sempozyumu (5-7 Ararlık 2001). ANKARA
9- YOLCUOĞLU, İ. G. (2001) “İnsana Hizmet Veren Kurumlarda Toplam Kalite Yöntemi”,İstanbul

Etkin Dinleme

Dinlemenin sözlük anlamı; işitmek için kulak verme işlemidir. DeVito dinlemeyi; ”iletişimde algılama, anımsama, değerlendirme ve yanıtlamanın aktif sürecidir” şeklinde tanımlamaktadır. Myres ve Myres’e göre ise, dinleme kişiler arası iletişimi gerçekten etkili kılan ve bu iletişime dahil olanları ödüllendiren, karşılıklı etkileşime dayanan bir süreç ve yetenektir. Gordon’a göre, iletişim becerilerinden birisi olarak kabul edilen dinleme davranışı, karşıdaki kişiye kabul edildiğini gösteren temel bir davranıştır. Reardon’un belirtiği gibi dinleme, iletişimin yeterliliğini artırmakta ve iletişimin başkalarının ihtiyaçlarına göre yönlendirilebilmesini sağlamaktadır.
Etkin dinleme; konuşan kişinin anlatmak istediği duygularını ve bunun içeriğini ona geri iletme yöntemi olarak tanımlamaktadır. Etkin dinleme konuşan kişiye, anlatmak istediğini içerik ve duygu boyutları ile geri göndermektedir. Etkin dinleme, yalnızca konuşan kişinin kelimelerine tekrarlama anlamına gelmemekte, daha çok konuşan kişinin mesajının sözel ve sözel olmayan, içerik ve duyguları ile bütüne anlam katma yöntemidir. Etkin dinleme ile konuşan kişinin duyguları ve düşünceleri olduğu gibi kabul edildiğinden, kişi savunmaya geçmemektedir. Etkin dinleme, söylenen hakkında bir hükme varmaksızın, konuşan kişinin ilettiği duyguları anlaşıldığını belirtmek için söylenenleri geri yansıtarak dinlemektir. Yorum yapmamak ve karşıdaki kişiye duygularının anlaşıldığını göstermek, onun daha fazlasını anlatması için rahat olmasını ve söylediklerinin yargılanma riskinin olmadığını anlamasını sağlamaktadır. Böylece yaratılan kabul edici, eleştirel ve yargılayıcı olmayan ortam, konuşmacının kişisel savunmalara başvurmasını engellemekte ve kendilerini güvende hissetmelerini sağlamaktadır.
Gordon’a göre, etkin dinleme öğrenilebilecek en önemli iletişim becerilerinden biridir. Etkin dinlemede, mesajı alan kişi gönderen kadar etkin olmaktadır. Mesajı alan kişi, öncelikle göderenin duygularını ve iletinin ne anlama geldiğini anlamaya çalışmakta, daha sonra anladıklarını, doğruluğunu sınamak için, kendi sözcükleriyle gönderene iletmektedir. Gönderen iletilerini, değerlendirme, öneri, görüş ve sorularını karıştırmamaktadır. Etkin dinleme alıcının duyduğunu geri göndererek doğru anladığını ve söyleneni işittiğini göstermesi açısından edilgin dinlemeden ayrılmaktadır.
Egan’a göre, etkin dinleme karşıdaki bireyin sözel olmayan davranışlarını ( vücut duruşu, yüz ifadesi, hareketleri, ses tonu) gözlemleme ve anlama; sözel mesajları dinleme ve anlama; içeriği dinlemeyi içermektedir. Dolayısıyla kişi fiziksel ve psikolojik olarak dinlemeyi, kendisini karşıdaki kişi ile “ birlikte olmaya” vermek ve birlikte çalışmayı kapsamaktadır.

Etkin dinleme becerilerini öğrenmek oldukça kolay gibi görülse de, kişinin etkin dinleme becerisini kazanabilmesi için çok fazla çaba göstermesi gerekmektedir.

“Bir güzel söz söyleme sanatı varsa bir de güzel dinleme ve anlama sanatı vardır” Epiktetos

AKTİF DİNLEME
Dinleme, psikolojik danışmanın temel tekniklerinden biridir. Danışmanın iyi bir dinleyici olması, kişinin söylediklerinin gerçek anlamını iyice kavraması gerekir. Görüşmenin genel amacı terapistin değil, kişinin tanınmasıdır. Terapist fazla konuşursa, kişi hakkında fazla bir şey öğrenemez. Görüşmede dinlemek pasif değil aksine aktif bir roldür; danışman görüşme sırasında dikkatli ve uyanık bulunmalı, yeri geldiğinde, soru sormalı, fikirlerini ortaya koymalı, gerektiğinde, bakış mimik, baş sallama gibi hareketlerle danışanın konuşmasını pekiştirmelidir. Danışmanın, iyi dinleyememiş ya da anlayamamışsa, anlamış gözükmemeli, dürüst ve saydam olmalıdır.

Etkin Dinleme Teknikleri
Uc teknik etkin dinlemeyi baanyla ytiriitmeye yardimci olmaktadir (DeVito, 1995). Bu teknikler su §ekilde açiklanabilir:
1. Konusmacinin anlatmak istedigini baska sözciiklerie aciklamak: Konu§an kisjnin demek istedigi§eyi, dinleyen kisjnin kendi kelimeleri ile ifade etmesi, konu§an ki§i ifadeyi diizeltebileceginden ya dadegi§tirebileceginden, daha iyi anlamayi saglamaktadir. Aym zamanda, dinleyicinin konuya olan ilgi ya dadikkatini konu§an kisjye iletmektedir. Bunu gerçekle§tirirken objektif olmak, yönlendirmemek, kisjninduygulanni biiyiitmeden ya da ktigumsemeden ifade etmeye dikkat etmek gerekmektedir.
2. Konusmaciya duygulannin anla^ildigini ifade etmek: Konu§an ki§inin ifade ya da ima ettigi duygulan tekrar yansitmak, duygulanni ne kadar anla§ildigimn kontrol edilmesini, konu§an ki§inin kendi duygulanni daha objektif bir §ekilde görmesini ve ya§antisina dair detaylan anlatmasim saglamaktadir.
3. Konusmaciya Sorular Sormak: Konu§an ki§inin duygu ve dti§uncelerinin dogru anla§ildigindan emin olmak ve yardimci ek bilgiler almak igin sorular sorulmasi önemlidir. Sorulann, konu§macimn ifade etmek istedigi duygu ve du§iinceleri dile getirmesini te§vik edecek ve buna destek olacak §ekilde olmasi gerekmektedir. Ilgisiz konulara saptiracak ya da konuşmaciya karşi gelecek sorular ileti§imi olumsuz etkileyebilmektedir.
Etkin dinleme kullanihrken dikkat edilmesi gereken bazi noktalar bulunmaktadir. Temelde etkin dinleme kisjye gtivenmeyi, ki§iyi oldugu gibi kabul etmeyi gerektirmekte ve etkin dinleme için uy
Etkin Dinlemenin Yararları
Etkin dinlemenin yararı, belirli konular üzerinde tartışmaya yüreklendirir. Danışmaya direnci olan danışanın direncini kırar. Bağımlı ve boyun eğen danışanlara yardım eder. Danışanların olumsuz olaylarla ilgili duygularını danışma ortamı içinde açıkça tartışmalarına yardımcı olur. E.D.'yi kullanan danışanlar, danışma yapılan kişinin, yetenekleri ve özel ilgi alanları hakkında edindikleri bilgileri, daha sonra danışanın yararına kullanabilir. Öğrenmeye karşı direnme, danışanın bir sorunu olduğunu gösterir. Bu da E.D. ile çözülür. E.D., bağımlı danışanlara yardımda da kullanılır, sorunun sorumluluğu danışanda bırakılıp kendi çözümünü bulması sağlanır.

Devito’a(1995) göre, etkin dinlemenin yararları şunlardır:
1.Etkin dinleme, konuşan kişinin anlatmak istediğini ne kadar doğru anlaşıldığının kontrol
edilmesine yardım eder anlamı konuşmacıya geri yansıtarak, ona, algılarını doğrulama, açıklama ya da
düzeltme fırsatı verir ve bu sayede, daha sonraki mesajların konuyla ilgili ve anlamlı olma şansı artmaktadır
2.Etkin dinlemeyle, konuşan kişinin duygularının kabul edildiği ifade edilmektedir.Etkin dinleyici, konuşan kişiyi kabul etmekte ve duygularına karşı gelmemektedir, bunun yerine, anladığını empatik bir şekilde tekrar yansıtmaktadır
Gordon (1997) ise, etkin dinlemenin yararlarını şöyle sıralamaktadır
1.Etkin dinleme bireylerin bastırdıkları, sıkıntı veren duygularını keşfetmelerine yardımcı olmaktadır özellikle çocukların olumsuz duygulardan korkmamalarına yardım etmektedir
2. Etkin dinleme kişinin gerçek soruna ulaşmasına ve var olan sorunu çözmesine yardım etmektedir
3.Etkin dinleme kişinin sıcak ilişkilerinin gelişmesine yardım etmektedir. Çünkü anlaşılmak
bireylerde olumlu duygular yaratmakta ve dinleyen kişiye yakınlık duymasına neden olmaktadır.
Görüldüğü gibi etkin dinleme, kişilerin birbirlerinin duygu ve düşüncelerine doğru bir şekilde anlamalarını ve bireylerin yaşadıkları sorunlarını gözlemlerini sağlamaktadır. Ancak etkin dinleme, konuşan kişinin anlaşıldığını hissetmesini sağladığından kişiler arası sıcak bir ilişkinin kurulmasına yardım etmektedir.
Etkin Dinlemenin Unsurları
Dinlemeyi ilerletmenin en etkili yolu, “kendi katılım davranışlarımızın” ne olduğuna dikkat etmektedir. Bunlar;• Fiziksel dinleme • Psikolojik dinleme
1) Fiziksel Dinleme: Dinleyici olarak dinleyici davranışlarının gösterilmesi anlamına gelmektedir. Çeşitli araştırmalardan alınan sonuçlar aşağıdaki etkenlerin fiziksel katılımda önemli olduğunu göstermektedir.
• Konuşmacıya cepheden bakmak• Göz iletişimi sağlamak• Açık beden duruşunu sürdürme
• Karşındakine doğru eğilme
Rahat pozisyonu sürdürme
Karşındakine cepheden bakmak: Konuşmacıyı cepheden görmek sizin söylenenler üzerinde yoğunlaştığınızı gösterir. Bu ilgilendiğinizi gösteren temel duruştur. Ben senin için hazırım demektir. Danışanın bunu algılaması danışmayı daha sağlıklı hale getirecektir.
Göz İletişimi: Danışman danışana doğru bakmalıdır. Dinliyorum mesajını güçlendirecektir. Göz iletişimi tabi ki konuşmacıya kocaman ve boş boş gözlerle bakmak değildir. Üstelik bir çok insan bu bakışı dikkat dağıtıcı bulur. Fakat, göz ilişkisin sürdürmek danışanın söyledikleri danışman için çok önemli olmalıdır ve bu duygu, korku yerini güvene bırakır.
Açık beden duruşunu sürdürme: Bunu örneklemenin en güzel yolu iyi haber aldığınızdaki halinizdir. Bir kelimeyi kaçırmamak için bile kulak kesilirsiniz. Ne giysilerinizle oynar, ne saatinize bakıp durur, ne bir kağıdı karalar, ne tırnaklarınızla ilgilenirsiniz. Açık beden duruşu, danışmanın danışanın söylediklerini dinlemeye ve onunla iletişime hazır olduğunu gösterir. Bu savunucu olmayan bir pozisyondur.
Karşıdakine doğru eğilme: Bu da hazır olmanın varlığını sunmanın bir diğer işaretidir. Günlük bir yaşamda ciddi bir konuşmada birbiriyle ilgilenen insan örneklerine bakınız. İlgi göstermenin bir göstergesi olarak birbirlerine doğru ne kadar eğildiklerine dikkat ediniz.
Rahat pozisyonun sürdürme: Görece rahat olmak, ben seninle rahatım demektir.
2) Psikolojik Dinleme: Dinlemenin özü. Sadece konuşmacının söylediğini dinlemek değil aynı zamanda nasıl söylediği gibi sözsüz davranışlara dikkat etmektir. Ayrıca konuşmacı tarafından verilen sözsüz mesajların da algılanmasıdır. (Yüz ifadesi, bedenin duruşu, ellerin kullanımı vb.)
Sözsüz davranışları dinleme: Sözel olmayan mesajlara dikkat edin. Yüz ifadeleri, enerji düzeyleri, duruşları, davranış değişiklikleri gibi sözel olmayan yollardan iletilir. Danışanın ifadeleri mimikeri duruşunun danışman tarafından çok iyi gözlemlenmesi gerekir. Burada da danışmanın iletişim becerisinin çok iyi durumda olması gerekir. Sözsüz davranışlar genellikle mesajın duygusal boyutunu taşır.
Sözsüz davranış teknikleri;
1) Sözel olmayan davranış: Vücut hareketleri, jest ve yüz ifadelerini içerir
2) Sözsüz davranışın amaç ve anlamı: Vurgu, noktalama, doğrulama, parça ya da bir sözel mesajı yalanlar, niteler. Örnek; Burnuyla oynamak-kaygı, omzunu silkmek-ilgisizlik, baş dik-gurur, baş eğme-utanç vb
3) Paralinguistik sözler: Ses tonu, sözcüklerin arası boşluklar, vurgu, durmalar gibi. Örnek; Yapay öksürme-tenkit etme, esnemek-ilgisizlik, gülme-kaygının kalkması
4) Sessizlik: Danışman ile danışan arasında sözel olmayan değişimler oluştuğunda, danışma diyalogundan bir zaman aralığı olarak tanımlanabilir. Örnek; Düşünme ve süreç, Kabul etme işareti, Tartışma ya da fikrin sonlanması, Direnç, Üzüntü duygularının yaşanması, Bitkin duygulardan çıkma.
5) Fotoğraf danışması: Danışma için değerli resimsel bilgi sağlarken, genellikle fotoğraflarla, danışanın endişelerinin üzerinde çalışarak ve bunları ortaya koymada doğallığı amaç edinir.

Danışanın sözel davranışını dinleme:
Danışmanın etkin olarak dikkat etmesi onu etkin bir dinleyici yapar. Böylece yalnız onun cümlelerini ve kelimelerini duymakla kalmaz, aynı zamanda sözsüz ve paralinguistik ipuçlarıyla bunları nasıl düzenlediğini yaşantı ve davranışlarıyla duyguların nasıl birleştiğini da görebilecektedirler.
1) Yansıtma: Danışan aynasından, o esnada danışanın duygu ve düşüncelerinin ve ya söylediklerinin ona iletilmesidir.
2) Yorumlama: Danışanın davranışları veya geçmiş tecrübelerinden çıkardığı anlam ona geri iletme girişimidir.
3) Tavsiye verme: Mümkün olan çözümleri teklif etmeyi eylem planlarını ya da probleme ilişkin teklifleri sunmadan daha fazla bir şeydir.
4) Bilgi verme: Danışanın kendi kendine düzelmesi ve davranış değiştirmesi için, anlamlı sözel bilgi vermeye başvurulur.
5) Soru sorma: Doğru soru sorma ya da, açık uçlu ve ya kapalı uçlu cevap gerektiren basit bir soru sözcüğü ifadesidir.

başlangıç

psikolojik danışman ceylan akbulutun kişisel bloguna hoşgeldiniz. beğendiğim ve kendime ait makaleleri paylaşacağım blogda iyi vakit geçirmeniz dileğiyle.